ABD ve İsrail'e Türkiye'den acı ilaç

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın üçüncü hizmet süresi için tekrar seçilmesi; ABD, İsrail ve İran’da, Ortadoğu’yu Soğuk Savaş türü bir çatışma olarak görenler için kötü haber. Bunun sebebi, AK Parti’nin son on yıl içinde ortaya koyduğu örneğin; demokratik dönüşüm, stratejik bağımsızlık ve ekonomik başarının Arap Baharı tarafından hevesle sahiplenilen bir rol model olması oldu ki bu hem ABD, hem İran’ın bölgedeki etkisini zayıflatıyor.

WikiLeaks bize geçen on yıl içinde, AK Parti’nin bağımsızlık söylemlerini artırmasıyla Washington’un gittikçe daha telaşlandığını söyledi. Demokrasi, Washington’a bölgesel bir satrap olarak hizmet etmek üzere ordu eliti tarafından şekillendirilen Türkiye dış politikasını, bütün vatandaşların isteği doğrultusunda biçimlenen bir hale dönüştürdü. Değişim ilk olarak 2003’te, Türk parlamentosunun ABD’ye Irak’ı işgal etmek için Türk topraklarını kullanma hakkı vermemesiyle farkedildi. Bu ABD’nin Irak’ta karşılaşacaklarına dair bir uyarı olmuş olmalı. İşgal mercileri Iraklılara kendi hükümetlerini seçme hakkını verir vermez, Iraklılar üzerlerinde ABD etkisi en az olan liderleri tercih ettiler.

***

Erdoğan 2009 başlarında İsrail’e Gazze bombardımanı konusunda meydan okuyunca telaş arttı ve Mavi Marmara filosu olayından sonra daha da güçlendi. Fakat ABD açısından en tahrip edici olan Türkiye’nin Washington’un İran stratejisiyle bağlarını alenen koparmasıydı. Türkiye İran’ın nükleer silah edinmesine karşı olduğunu açıkça belirtti fakat İran’ın nükleer haklarını desteklediğini açıkladı ve ABD’nin tehdit stratejisinin, baskısının ve Tahran’ı izole etme çabalarının başarısızlığa uğramaya mahkum olduğu yönünde uyardı. Bu Washington ve İsrail’deki pek çok kişinin, Türkiye’nin “İran tarafına gittiği” şeklinde velvele çıkarmasına sebep oldu.

***

Bu şikayet asıl noktayı kaçırıyor: Türkiye “taraf değiştirmekten” çok, ABD’nin bölgeyi “ılımlılar”la kurduğu ittifak ve İran tarafından yönetilen “direniş ekseni” arasında sıfır toplamlı ihtilafa bölmek şeklindeki başarısız stratejisinden uzaklaştı. AK Parti Hükümeti köprü kurmayı hedefleyen farklı bir yaklaşımı benimsedi ve Başkan Bush’un Amerika’nın rakip ve düşmanlarının kolayca uçurulacağı yönündeki naif inancını benimsemektense, bölgede istikrarın tüm hak sahiplerinin entegrasyonuna dayandığını tanıdı ve dış politikasını bununla temellendirdi.

İran’ın, Türkiye’nin başarısız bir ABD politikasıyla bağlarını koparmasından fayda sağladığı görüşü de tamamen yanlış. Aksine, Türkiye örneği ve onun Arap dünyasındaki etkisi İran’ınkine bir tehdit. Çünkü İran’ın Arap sokağındaki itibarı, ABD hizalı dikta rejimlerinin Washington ve İsrail’in eylemlerine meydan okumadaki başarısızlığına bağlı. İran Devlet Bakanı Mahmud Ahmedinejad, Arap rejimlerinin beceriksizliğini göstermek için gerçek olmayan bir “direniş” tavrına bürünerek, maliyetsiz politik çıkarlar elde edebilirdi. 

Fakat Arap dünyasının vatandaşları ayaklanıp kendi kaderlerinin yönetimini ele alınca, bölge için önem taşıyan meselelerde İran’ın onlar adına konuşmasına pek de ihtiyaç duymuyorlar. Türkiye ise aksine sadece bağımsızlığı ve ABD ve İsrail’i eleştirme istekliliğini değil, aynı zamanda İslami değerlerden ilham aldıklarını iddia eden bir hükümete sahip ve bir yandan da ekonomik açıdan gelişen ve bayındır demokratik bir toplumu da temsil ediyor. Öyleyse, Mısır’daki Müslüman Kardeşler arasındaki daha ileri düşünceli unsurlar tarafından Türkiye’nin rutin olarak Mısır için bir rol model olarak gösterilmesinde şaşılacak bir şey yok.

Türkiye’nin demokratik dönüşümü diğerleri gibi düzensiz olacak ve pek çok mücadeleyle karşı karşıya kalacaktır. Onun bölgedeki tüm hak sahiplerini istikrar ve ekonomik genişleme sistemine entegre etme şeklindeki dış politikası da. ABD gibi Türkiye de, diktatörle olan ilişkilerin tüm vatandaşlarıyla olan ilişkilerle denk olmak zorunda olduğu ve bazen bu ikisinin uzlaşmadığı dersini, geçtiğimiz aylarda bazen oldukça hızla anlamak zorunda kaldı. “Komşularla sıfır problem” özellikle çevre çalkantı içindeyse, daha karmaşık hale gelmek durumunda olan bir politikanın sloganı. Yine de bunların hiçbiri bu politikanın temellerini veya bölgede yerini aldığı Soğuk Savaş modeline üstünlüğünü yadsımıyor.

***

Türkiye’nin demokratik dönüşümünün, Ortadoğu’yu silip süpüren demokratik değişimlerin bir habercisi olduğu ortaya çıkabilir. AK Parti’nin yeniden seçilmesi, zamanın geri döndürülemeyeceğini ve İsrail ve ABD’nin bölgenin tüm vatandaşları ile barış yapmaktan başka çaresi olmadığını açık hale getirdi; sindirilip satın alınabilen diktatörler aracılığıyla istikrarın güvence altına alınabildiği günler geride kaldı. Yine de Türkiye örneği ile avunabiliriz: ABD’nin baskın stratejilerinden ayrıldı, ABD tarafından düşmanca ilan edilen rejimlerle ilişkilerini onarmaya çalıştı ve kökleri politik İslam’da olan bir partiyi yeniden seçti. Ama dünya da başlarına yıkılmadı. Gerçekte geçen yıl Türkiye dünyanın en hızlı büyüyen ikinci ekonomisiydi ve istikrarın bölgedeki garantörü olarak ona gittikçe daha fazla bel bağlanıyor.

Eski imparatorluğun güç odağı için demokrasi acı bir ilaç olabilir. Fakat acı ilaç gibi, eninde sonunda hastaya iyi gelecektir.

Kaynak: Star