Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan'ın ziyareti ve ABD Başkanı Barack Obama'yla Oval Ofis'te yaptığı görüşme vesilesiyle bu hafta Washington'da bol bol Türkiye konuşuldu. Erdoğan kentte bir dizi önemli konuşmalar yaptı ve temaslarda bulundu; keza Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu (bazı gözlemcilerin taktığı lakapla söylersek, 'Erdoğan'ın Kissinger'ı') ve başbakanın önemli danışmanları da. Bugün Yeni Amerika Vakfı'nda Erdoğan'ın dış politika baş danışmanı İbrahim Kalın'ın yanı sıra iktidardaki AKP'nin dış ilişkilerden sorumlu başkan yardımcısı ve Türk meclisinin dış ilişkiler komitesinin önemli üyelerinden Suat Kınıklıoğlu'yla son derece ilginç bir yuvarlak masa toplantısına ev sahipliği yaptık.
Soğuk Savaş anormalliğine son
Türkiye'ye gösterilen bu ilgi hiç boşuna değil ve sadece Erdoğan'ın Washington ziyaretinden de kaynaklanmıyor. 2002'de ilk hükümetini kuran AKP'nin yönetiminde Türkiye dış politikasının formülasyonu ve uygulanışı konusunda etkileyici bir stratejik yaklaşım geliştirdi. Bu yaklaşımın daha mühim sonuçlarından biri, Türkiye'nin Ortadoğu'daki gelişmeler açısından öneminin giderek artması. ABD'deki bazı yeni muhafazakârlar ve İsrail yanlıları (tıpkı bazı İsrailliler ve Avrupalılar gibi), bunun Türkiye'nin stratejik yöneliminde dramatik bir değişimi temsil ettiğini ve itici gücünün de AKP'nin 'İslamcı' bir dış politika yürütmek yönündeki ideolojik tutumu olduğunu savunuyor. Fakat Erdoğan ve mesaidaşları ikna edici bir tez öne sürerek, yaptıklarının Soğuk Savaş'ın yol açtığı bir anormalliği düzeltmek olduğunu söylüyor. Buna göre, Soğuk Savaş döneminde Türkiye'nin Batı'yla stratejik bağları, kilit Ortadoğu ülkeleri de dahil, birçok komşusuyla somut ekonomik ve siyasi çıkarlar temelinde normal ilişkiler yürütmesini engelledi.
Erdoğan ve mesaidaşlarına bakılırsa, Türkiye'nin Batılı yönelimi (sözgelimi Avrupa 'macerası') 'büyük bir stratejik tercih' olmayı sürdürüyor. Fakat AKP döneminde Ankara şimdi bu tercihi eşit derecede stratejik olan 'komşularla sıfır sorun' politikasıyla tamamlıyor. Bu politikanın güdülmesi, Türkiye'nin yakın çevresinde yer alan ülkeler arasında daha fazla ekonomik işbirliği ve entegrasyon, yanı sıra söz konusu bölgedeki bütün ilgili aktörlerle (Washington'ın pek hazzetmediği İran gibi ülkeler de dahil) temas konularında ilkeli taahhütlerle mümkün oluyor.
Erdoğan ve mesaidaşları, Türkiye'nin komşularıyla daha iyi ilişkiler kurmasının ve bölgede daha istikrarlı bir ortamı teşvik etmesinin Türkiye'nin kendi güvenliği ve refahı için vazgeçilmez olduğunu savunuyor. Uyguladıkları 'sıfır sorun' politikası birçok düzeyde son derece etkileyici sonuçlar verdi - sözgelimi Türkiye'nin komşularıyla ticaret hacmi 10 katına çıktı (şu an Türkiye'nin toplam ticaretinin neredeyse dörtte birini oluşturuyor) ve Türkiye'nin Arap ve diğer Ortadoğu ülkelerindeki kamuoyunun gözünde itibarı ciddi şekilde arttı. Arkadaşımız Marc Lynch geçen günlerde Foreign Policy dergisinin internet sitesine yazdığı bir yazıda Erdoğan'ı 'Ortadoğu'daki en ilginç adam' diye niteledi. Ortadoğu'da düzenli olarak çalışan tanınmış bir kamuoyu yoklamacısı olan Lynch, bize Erdoğan'ın bölgede bir 'rock yıldızı' haline geldiğini anlatıyor.
Beyrut merkezli İhtilaflar Forumu'ndan bir başka arkadaşımız Alastair Crooke, geçen hafta New York Times'ta yayımlanan yorumunda, bu gelişmelerin Ortadoğu için derin stratejik etkileri olabileceğine dikkat çekti. Alastair'ın savının odağında şu ifadeler yer alıyordu: "Türk dış politikasının yeni bir yöne doğru 'zincirlerinden kurtulması', Irak'ın yıkılması ve Sovyetler Birliği'nin çöküşünün 20 yıl önce İran'ı bölgedeki en önemli güçlerden biri haline getirecek biçimde 'zincirlerinden kurtarması' kadar önemli olabilir."
Diğer bir deyişle, Ortadoğu'da yeni bir güç dengesi şekilleniyor ve Türkiye bölgesel düzen açısından yeri doldurulamaz bir aktör haline geliyor.
Elbette İran İslam Cumhuriyeti'nin de Ortadoğu düzeni açısından yeri doldurulamaz bir aktör olduğuna inanıyoruz. Tıpkı gelecek yıllarda Türkiye'nin ABD'nin itirazlarına rağmen İran'la önemli enerji anlaşmaları bağlayabileceğine inandığımız gibi. Bizce ABD böyle bir gelişme karşısında 'ciddi' bir tepki vermeyecektir (yani Türk şirketlerine ikincil yaptırımlar dayatmayacaktır). Erdoğan hükümeti, Ankara'nın nükleer silah sahibi bir İran görmek istemediği konusunda son derece açık. Ancak Erdogan hükümeti, İran'ın nükleer meselesinin diplomatik tecrit ve yaptırımlar yoluyla çözülemeyeceği, hele askeri çatışmanın hiçbir çözüm getirmeyeceği konusunda da aynı ölçüde açık konuşuyor.
Türkiye'nin İran savı doğru
Türk hükümetinin bakış açısından sorunu çözmenin tek yolu oturup konuşmak - bu konuşma çerçevesinde ABD ve ortakları İran'ın sivil nükleer teknoloji geliştirmek ve bölgedeki
yerini garantiye almak konusunda her hakka sahip olduğunu kabul etmeli; buna karşılık Tahran da nükleer faaliyetlerinin askeri nitelikli olmadığı konusunda güven oluşturup bu
güveni pekiştirecek adımlar atmalı. İran'ın nükleer faaliyetlerini kuşatan tartışmayı bir çözüme kavuşturmanın doğru yolunun bu olduğuna tüm kalbimizle katılıyoruz.
Her ne kadar Erdoğan'ın Obama tarafından Beyaz Saray'da gayet iyi karşılandığı söylense de, Obama yönetiminin bu noktada Türkiye'nin İran ve Ortadoğu'da artan nüfuzundan daha geniş çaplı biçimde faydalanmak yönünde gerçek bir hazırlık yapmaması üzüntü verici. Halbuki bu durum, Amerika'nın bölgedeki diplomatik çabaları açısından çok yararlı olabilir. Türkiye'nin Ortadoğu'da yürüttüğü politika daha büyük stratejik nüfuza kapı açıyor. Amerika'nın ciddi değişiklikler yapılmayan politikasıysa nihayetinde stratejik marjinalleşmeye yol açacak gibi görünüyor.
(Washington merkezli New America Foundation adlı düşünce kuruluşuna bağlı 'The Race for Iran' adlı blogdan alınmıştır, kuruluşun üst düzey yöneticilerinden, Pennsylvania Eyalet Üniversitesi'nde öğretim görevlisi / Siyasi risk danışmanlığı yapan Stratejik Enerji ve Küresel Analiz kuruluşunun (STRATEGA) başkanı, 8 Aralık 2009)
Kaynak: Radikal