Mısır’da ağaran bu yeni gün, ABD-Ortadoğu ilişkileri için yeni bir çerçeve ister
Hüsnü Mübarek’in 30 yıllık yönetiminin devrilmesi ve Mısır’da yeni bir günün ağarması yüzünden bölgedeki belirsiz değişim birçok yöneticinin ödünü koparıyor: Cezayir, Fas, Ürdün, Suriye ve Yemen’de protesto gösterilerine esin kaynağı oldu; S. Arabistan’da siyasi parti kurulmasına ve son cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Yeşil Hareket’in salladığı İran İslam Cumhuriyeti’nde endişelere yol açtı.
Mübarek rejiminin sona ermesi, Araplar demokrasiyi reddeder; İslam, halk egemenliğiyle bağdaşmaz; güvenlik devletlerinde yöneticilerin kontrolü sarsılmazdır gibi klişelerin yanlışlığını ispatlamıştır. Demokrasi yanlısı gösterilerin temelinde kökü geçmişle giden siyasi ve iktisâdi dertler yatıyordu: Demokrasi yokluğu, zengin azınlık, orta sınıf ve fakirler arasındaki uçurumun artması; artan gıda fiyatları; yüksek işsizlik oranı; yaygın yolsuzluk; fırsat yokluğu ve gençler için gelecek umudu olmaması. Mısırlılar yolsuzluğa son verilmesini, hükümetin hesap vermesini, şeffaflığı, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını, hükümeti ve Mısır’ın kaderini belirleme hakkını talep ederek haysiyetlerini ve hayatlarının kontrolünü geri istediler.
Tunus ve Mısır’daki ayaklanmalar geniş tabanlı, demokrasi yanlısı hareketin tek bir ideoloji veya dinci aşırılar tarafından yürütülmediğini ifşa etmiştir. Olan biten İslami bir kontrol teşebbüsü değil geniş tabanlı bir çağrıydı. Taşıdıkları döviz ve pankartların, açıklamaların ve taleplerin gösterdiği üzere protestocular Mısır’ın birliğini istiyor, tek Mısır’dan bahsediyor, Mısır ulusal marşını söylüyorlar; İslamcı döviz ve pankartları değil Mısır bayraklarını dalgalandırıyorlar. Tüm kesimlerden insanlar, profesyoneller ve işçiler, ortak bir dava uğruna birleştiler.
Şaşırtıcı mı? Hiç de değil. Bir milyar müslümanı temsil eden 35 İslam ülkesinde kamuoyu araştırması yapan Gallup, Mısır’da ve müslüman ülkelerin pek çoğunda, çoğunlukların daha fazla demokrasi, daha fazla özgürlük ve hukukun hâkimiyetini talep ettiklerini ortaya koymuştur. Maalesef ABD ve birçok Avrupa ülkesi, otoriteryan rejimleri, güvenlik devletlerini destekleyen politikalar izlediler. Bush yönetiminin dediği gibi Amerika’nın demokrasiyi ve insan haklarını teşvik iddiasına rağmen, Amerika (son başkanlar boyunca) “demokratik istisnâicilik” mirâsına sahiptir, ki pek çokları bunu “çifte standart” olarak görmüş, Amerika’nın küre çapında demokrasiyi sözde teşvik ettiği, aslında İslam dünyasındaki otoriteryan rejimleri desteklediği düşünülmüştür. Bu politika otoriteryan müttefiklere ve onların köklü seçkinlerine sevimli gelse de Amerikan karşıtlığını, Batı müdahalesine, işgal ve istilasına uğrama ve ona bağımlı olma korkularını beslemiştir.
Washington, Mısır, Tunus ve Yemen’deki durumları yakından izledi. Başkan Obama Ulusa Sesleniş konuşmasında Mısır’ı andı; Bill O’Reilly’nin Fox News’teki Super Bowl adlı programına katıldı ve yine Mısır hakkında konuştu. Başkan Obama Mısır halkına desteğini ifade etti fakat bu sözler eylemle de desteklenmelidir.
Değişmekte olan çok-kutuplu bir dünyada yaşıyoruz ve bu, Başkan Obama’nın baştan beri sürekli olarak kabul ettiği üzere karşılıklı saygı ve işbirliği talep etmektedir. Amerikalı ve Avrupalı siyasetçilerin karşısındaki zorlu iş, ulusal çıkarların korunmasını rejimlerin istikrar ve güvenliğine eşitlemenin ve bilinmeyene duyulan korkunun ötesine geçmek – sonucunu kontrol edemeyeceği bir süreçtir- ve self determinasyon, demokrasi ve insan hakları gibi Amerikan ilkelerine dayalı bir politika yürütmektir.
Mısır’da, Tunus’ta ve bölgedeki diğer ülkelerde demokratik seçimle iktidara gelmiş hükümetlerle çalışmaya dayalı yeni bir çerçeve, kendi ulusal çıkar vizyonları olan daha bağımsız hükümetlerle çalışarak daha az öngörülebilir bir gelecek riskini üstlenir. İlişkilerimiz, müttefiklerle ve diğer ülkelerle olduğu gibi ulusal çıkarlara, ortak stratejik siyasi, iktisâdi ve askeri çıkarlara dayalı olacaktır. ABD, geçmişin aksine, bağımsız sivil toplum örgütleriyle çalışarak askeri yardım yerine Mısır’da eğitim, ekonomi ve teknolojik yatırımlara önem vermelidir. Gayretlerimiz bilinçli olarak çok-taraflı olmalı, Başkan Obama’nın vurguladığı üzere Amerikan tektaraflılığına bir son vermelidir.
Ancak, çoktaraflılık Mısır’da iktisâdi kalkınmada (risk sermayesi koyan Amerikan inisiyatifleri yerine) kendi ülkelerinin ekonomisine daha fazla yatırım yapmaları gereken zengin Mısırlı işadamlarıyla; petrol ülkeleriyle, petrol şirketleriyle Amerikan ortaklığı anlamını da taşır. Ortadoğu’nun yeni bir hikâyesinin olduğunu kabullenmeliyiz. Mısır halkının ileriye doğru yaptığı hamlenin ulusal birlik içerisinde yapılması gibi demokratik, çoğulcu, Mısır toplumunun çeşitliliğini temsil eden çok partili siyasi sistem inşasında da yine ulusal birliğin korunması önemlidir. Ordunun Mısır’ın geleceğini gaspetmesinin önünü almak için de mühimdir bu. Ordu, demokrasiye geçişe nezaret etmeyi vaat etse de çoğu üst düzey askeri yetkilinin yerleşik güç ve imtiyazları, ticari çıkarları ve askeri yönetim kültürleri var: Modern Mısır’ın tüm liderleri Nasır, Sedat ve Mübarek, eski askerlerdi. Orduda yetenekleri kadar sadakatleri sayesinde yükselmişlerdi. Öte yandan, demokrasi yanlısı hareket demokratikleşme baskısını sürdürmek için birliğini koruyabilir, ABD ve Avrupa da yapıcı güçlü bir rol oynayabilir; askeri yardım değil de ekonomik, teknolojik ve eğitim desteği verebilir, büyük fark yaratabilecek bağımsız sivil toplum örgütlerini ve diğer örgütleri destekleyebilirler. Peki, Müslüman Kardeşlerin yönetimi ele geçirmesi tehlikesinden ne haber?
Somut delillere bakma vakti geldi. 20. Yüzyılın sonlarından beri, Cezayir, Tunus, Fas, Mısır, Lübnan, Türkiye, Ürdün, Kuveyt, Bahreyn, Pakistan, Malezya ve Endonezya’daki İslamcı adaylar ve siyasi partiler gibi Müslüman Kardeşler de kurşunu değil seçim sandıklarını tercih etmiştir; dinci aşırı olmaktan çok uzaktır. Müslüman Kardeşlerin en ateşli eleştirmenleri (ve düşmanları) arasında El Kaide’nin Eymen el Zevahiri’si dâhil Mısırlı militanlar vardır. Müslüman Kardeşler resmi olarak yasadışı olsa da Mısır toplumunda onlarca yıl sosyal ve siyasi en büyük ve en etkin şiddet dışı muhalif hareket olduğunu ispatlamıştır. Yönetimin tâcizlerine, suçlama veya mahkeme kararı olmaksızın tutuklamalarına rağmen Müslüman Kardeşler radikal, aşırı Mısır örgütlerinin aksine, seçimlerde yarıştı ve iyi sonuçlar aldı. Ve şiddet dışı kalmayı sürdürdü. Diğer yandan, Mübarek yönetiminin uzun bir sicili vardır: Baskı, hileli seçimler, tüm laik ve İslamcı muhalefete gözdağı vermek ve eziyet etmek için devletin kiralık adamlarıyla şiddet uygulamak. Mübarek yönetimi sivil toplum örgütlerinin ve medyanın kuruluşunu ve işleyişini denetim altında tuttu ve Mısır’ın bağımsız mahkemelerini atlatmak için askeri mahkemeleri kullandı.
Siyasi değişim döneminde ve Mübarek sonrası Mısır’da Müslüman Kardeşlerin rolü nedir?
Müslüman Kardeşler hiç şüphe yok ki etkili bir rol oynamaya devam edecektir. Bununla birlikte, yeni, daha açık ve çoğulcu bir siyasi iklimde pek çok siyasi oyuncu ve partiden biri olacaktır. Müslüman Kardeşler, geçmişteki seçimlerde tıpkı Tunus’un en Nahda hareketi ve diğer İslamcı partiler gibi, diğer siyasi seçeneklerin olmadığı yerde rakipsizdi. Sadece kendi üyelerinden ve destekçilerinden değil, hükümete karşı muhalefetini veya ondan hoşlanmadığını ifade etmek isteyenlerden de oy aldı. Müslüman Kardeşler Mısır’daki protesto hareketini ne başlattı ne de ona liderlik etti. Pek çok uzman, çekirdek taban desteğinin en iyi halde nüfusun yüzde 25’i olduğuna inanıyor. Çok partili bir sistemde yapılacak serbest ve âdil seçimlerde kesinlikle önemli olacaklardır ama hâkim unsur olacaklar diye bir şey yok. Ve doğrusu, Müslüman Kardeşler tıpkı diğer tüm Mısırlılar gibi seçimlere katılma ve hükümette temsil hakkına sahiptirler. Dahası, Müslüman Kardeşler cumhurbaşkanlığı için aday göstermeyeceklerini ve gelecek seçimlerde kabinede yer arayışında olmayacaklarını açıklamıştır.
Tunuslular gibi Mısır halkının da zaferlerini kutlamak ve güçlenme hissinin tadını çıkarmak için her nedenleri var; Mısır ve Tunus’ta iktidar devrinden, Ortadoğu’da siyasi dönüşüm sürecinden esinle cesarete gelmek için de ABD’nin her nedeni var. Barack Obama başkan olduğunda Kahire’ye gitti ve “tüm insanların belirli bazı şeylere hasret duyduğuna dair sarsılmaz bir inancı olduğunu” teyid etti: “Fikrini söylemek ve nasıl yönetileceği hususunda söz sahibi olmak; hukukun üstünlüğüne güven duymak ve hukukun eşit uygulanması; şeffaf ve halkından çalmayan yönetim; tercih ettiği gibi yaşama özgürlüğü. Bunlar, Amerikan fikirleri değil, insan haklarıdır ve bu yüzden de bunları her yerde destekleyeceğiz.” Söz konusu olan demokrasi yanlısı kuvvetler olduğunda, söylediklerimizle yaptıklarımız bir olsun.
Tunus’ta ve Mısır’da ortaya çıkan hükümetlerin ve reformcuların karşısında ulusal birlik hükümeti kurmak, demokratikleşmeyi destekleyen sivil kurumların ve değerlerin gelişmesine yardım etmek sûretiyle siyasi liberalleşmeye, sivil topluma ve insan haklarına bağlılık göstermek gibi zorlu işler olacak. Temel demokratik özgürlüklerin, fikir çeşitliliğinin, çok partili siyasi hayatın ve sivil toplum örgütlerinin politikalara ve eylemlere ne derece yansıdığı, alternatif sesleri ve siyasi vizyonları siyasi sisteme bir tehdit görmek yerine “sadık muhalefet” kavramının ne derece takdir gördüğü turnosol testi hükmündedir.
Kaynak: Huffington Post
Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı