ABD, muhalefet, Obama

 

 

“Obama duyarlı, anlayışlı, umut veren bir insan. Fakat o bir politikacı.  Yalnız bir politikacı değil. Daha kötüsü, politikacılarla kuşatılmış durumda. Ve onlardan bazılarını kendisi seçti. Hillary Clinton’ı kendisi seçti, Lawrence Summers’i kendisi seçti, bunlar geçmişten kopacağına dair hiçbir ümit vermeyen insanlar.”

“Eski Başkan Yardımcısı Dick Cheney gibi işkence avukatları, belki yaptıklarının hesabını verme korkusuyla, Obamaya karşı yoğun bir muhalefet kampanyası başlattı – ve inanılmaz bir şekilde başarılı oluyorlar. Obama’nın kendi partisinin üyeleri bile Guantanamo hapishanesinin kapatılması için verdikleri desteği geri çekiyor. Eğer ABD gibi bir ülke bu tür politikalara karşı durmayı kabul etmezse, bu, insan hakları davasında büyük bir geri adım olacaktır.”     Howard Zinn

Dünyadaki “baskıcı rejimlerin” siyasal sorunlarını devamlı konuşuyoruz. Obama Kahire’ye gittiğinde Mubarek yönetimi ve muhalif grupları düşündük. Cezayir öyle, İran öyle. ABD ve Avrupa medyası İran’daki muhalefet hareketi için seferber olmuştu. Demokrasi, kadın hakları vesaire.   Peki, ABD’de muhalefet var mıdır ? İşte size üzerinde çok az düşünülen bir konu.  Girişteki cümleler Amerikalı yazar, düşünür ve siyasi eylemci Howard Zinn tarafından The Prograssive’de yayımlandı. Burada, Obama politikalarının geldiği noktayı ele almaktan çok, Howard Zinn gibi bir “sosyal eylemci” çevresinde ABD’de muhalefet yapmanın zorlukları üzerine bazı ipuçlarını üzerinde durmak istiyorum. Muhalefet derken, Demokrat – Cumhuriyetçi ikileminden söz etmiyorum. Az gelişmiş denen dünyada yaşandığı şekliyle, alternatif oluşturan,  gerçek iktidar – muhalefet ilişkilerinden söz ediyorum.

Fakat öncelikle Bay Zinn’i tanıtmamız gerekiyor çünkü ülkemizde Amerikalı muhalif denince akla M. Luter King, Malcolm X, Noam Chomski gibi isimler geliyor. Belki Ferlingetti gibi birkaç şair eklenebilir. Zinn hiç tanınmıyor ama yabana atılacak bir şahsiyet değil. Yarım asırdan fazla bir zamandır Amerika mitine karşı içeriden mücadele ediyor. Kendisi 1922 New York Brooklyn’de doğmuş ve işçi sınıfı ortamında yetişmiş. Askerlik yılları II. Dünya savaşına rastlamış. Savaş pilotu olarak Avrupa’da görev yapmış. Fakat yaşadıkları, onu savaş aşığı, gururlu bir gazi değil savaş karşıtı yapmış. Columbia Üniversitesinde Tarih dalında Master derecesi alarak akademik hayata atılıyor, yalnız zencilerin okuduğu Spelman College’de Profesör oluyor. O sırada (1956) ABD ırkçı eylemlerin yükselişe geçtiği, başka bir deyişle zencilerin eşit haklara sahip olma mücadelesi verdiği bir ülke durumunda. Zenn, bir akademisyen ve yazar olarak aktif biçimde, ayrımcılığa karşı zenci haklarının yanındadır. 

1963’de, insan hakları mücadelesi ve Vietnam Savaşına karşıtlığı nedeniyle Spelman’dan atılıyor. Emekliliğine kadar Boston Üniversitesinde ders veriyor. Paris ve Bologna Üniversitelerinde misafir profesör. 1980’de yayımladığı Amerika Halkının Tarihi adlı kitabı en önemli eseridir. Bu eserde yukarıdan aşağıya seçkinci tarih anlayışına karşı, Amerika’yı meydana getiren halkların tarihinde yoğunlaşarak aşağıdan yukarıya bir yaklaşım sergiliyor. Bu nedenle Amerikan resmi tarih çevreleri onu “radikal” ve Amerika karşıtı olarak eleştiriyor. Başından itibaren ırk ayrımcılığına, Vietnam Savaşına, ABD’nin Orta Amerika politikalarına ve en son Körfez savaşına karşı çıkan en önemli yazar, akademisyen ve siyasi eylemciler arasında.

Girişte alıntı yaptığım yazısında Zinn, Obama politikalarının bir değerlendirmesini yaparak ABD koşullarında gerçekten kapsamlı bir eleştiri getiriyor, aynı zamanda bir alternatif gibi algılanan Obama’ya yol göstermeye çalışıyor. Sosyal bir aktivist olarak halkı duyarlı olmaya, tepkisini göstermeye, oylarına sahip çıkmaya çağırıyor. Çünkü Obama’nın büyük bir baskı altında bulunduğunu, seçimde kullandığı barışçı söylemi gerçekleştirmesinin zor olduğunu, bunun için halk desteğine veya baskısına ihtiyaç bulunduğunu vurguluyor.

Düşünüyorum da Ortadoğu dışarıdan, özellikle dünya sisteminin “çatısı” durumundaki ABD’den bazı yönleriyle belki daha iyi görünüyordur. İçerde, toz duman içinde atladığımız, gözden kaçırdığımız şeyler olabilir. Bu durum ABD için de geçerlidir. ABD’nin kendi atmosferinde birçok nokta gözden kaçabilir. Onları görmek için dışarıdan, Avrupa’dan, hele hele Ortadoğu’dan bakmak gerekebilir. İşte bu noktada, Howard Zinn gibi muhaliflere ve kongre üyelerine yardımcı olabilecek bazı ipuçları bulabiliriz. 

Bir kere Obama başkandır ama o kadar.  Bütün yetkilerine rağmen bu “pozisyonu”  abartmamak gerekir. Başkan duruma bütünüyle hakim değildir. Bürokratik imparatorluk, Amerikan sistemi, adı ne olursa olsun,  “geçici” bir başkana  o kadar özgürlük vermez. Obama geleneksel dengeleri korumaktan öteye gidemez. Sarkaç şimdi Demokrat tarafında. Ya risk alarak sistemi biraz zorlayacak, ya da kendini oportunizmin kollarına bırakarak pozisyonunun meyvelerini yiyecek. Sistem de içeride ve dışarıda imaj tazelemek için onu kullanmış olacak. Burada, Obama’nın ahım şahım bir farkla seçilmediğini, yüzde elli “altın oranının” aşağı yukarı korunduğunu hatırlamak gerekiyor. 

Zinn yazısında halk hareketinden bahsediyor. Baskı gruplarını eyleme çağırıyor. Bu biraz fazla Avrupai bir yaklaşımdır. ABD’de halk hareketinin fazla bir şansı olmaz. Sınırları bellidir. Sınırlı gruplara, sınırlı protestolara izin verirler. Hakim paranoya nedeniyle güvenlik sistemi çok güçlüdür. Dünyanın en büyük savaş makinesi.  Sıradan Amerikan vatandaşlarının çoğu da –Demokratlar dahil- onunla gurur duyuyordur, emin olun. Azgelişmiş veya az demokratik dediğiniz ülkelerde hükümeti eleştirme ve “sivil itaatsizlik” özgürlüğü daha fazladır. Amerikan sistemi gerçek muhaliflere izin vermez ve buna gücü yeter. Martin Luther King’i, Malcolm X’i vs. hatırlayalım. Bunlar sadece sembolik örnekler. Halk eğilimlerini yönlendirmek açısından da bu ülke en “gelişmiş” örnektir. Holywood filmi Enemy of State’i izleyelim. ABD’yi iç ve dış düşmanlardan korumaya kararlı olan güvenlik sisteminden kaçabilmek için gayet maharetli bir film kahramanı olmak gerekiyor.  

Öte yandan Amerika’daki hakim popüler kültürün sisteme güveni tamdır. Amerikan mucizesinin, en yoksul kesimi bile tatmin eden bir yönü vardır. Bu temelde, oportunist bir güvendir. Herkes bir numaralı ülke vatandaşı olmaktan gurur duyar. Bu zaafı gelişmiş medya aygıtı iyi değerlendirir, yönlendirir. Bu ülkede düşünce özgürlüğü söylemlerinin aksine bireysel tercihler asgariye indirgenmiştir. Sade vatandaş, reklamlar, medya ve devlet aygıtı karşısında bize göre çok daha edilgin bir konumdadır. Azgelişmiş ülkelerde medya bu kadar buyurgan ve ikna edici olamaz. Çünkü işler iyi gitmemektedir, inandırıcı olması zordur, insanların kaybedecek daha az şeyi vardır. Bu durumda geniş toplumla özdeşleşme baskısı çok daha azdır. Yazık ki aynı nedenle dünya aydınlarının Amerika’nın sosyal yapısını değerlendirme cesareti de sınırlıdır. En pozitifleri, kendi ülkelerinde de insan hakları ve demokrasinin “iyi durumda” olduğunu iddia ederler. Bu, baskı altında alınmış bir ifadedir. 

Gelelim, şu günlerde Ortadoğudan ABD’nin görünüşüne ; Fırsatlar ülkesi. Güç merkezi. Aynı zamanda Dünyanın en büyük “terörist” gücü. Ortadoğudaki Amerikan ordusu tam da Bush’un söylemine uygun şekilde “kötülüğün askerleri” (evil power) olarak görülüyor. Tarihte Kudüs’ü yıkan ve Hıristiyan öncülere zulmeden Roma neyse o. Fakat bugün kendini İsrail’in güvenliğine adamış durumda. Adeta kendi özgür inisiyatifi yok.  Bu haliyle kasları gelişmiş ama aklı kıt bir insan gibi. Obama veya bir başkası buna karşı duramaz. Başkanlar gider ama kökü seçimle gelen başkanlardan daha derinlerde olan sistem “baki” kalır.

Ortadoğu’dan görünüme devam edelim; birileri – kim bilir kim çünkü elimizde yalnız ABD resmi görüşü var- New York’taki ticaret kulelerini tarihte görülmemiş bir yöntemle vurarak 3000 civarında ABD vatandaşının ölümüne sebep oldu. ABD ise bunun intikamını Irak’ta 1000000 (Bir milyon) kişiyi öldürerek, bütün bir ülkeyi yakıp yıkarak aldı. Peki intikamını doğru ülkeden mi aldı, o da meçhul. Her neyse, başta iddia ettiği kitlesel ölüm silahlarından bir tane bile bulamadı. Öte yandan, söz konusu silahlardan ABD’nin elinde bol miktarda bulunduğu anlaşıldı. Mezopotamya, ilk çağların şehir devletlerinden, Moğol atlılarından bu yana en büyük katliam ve yıkımlarından birini yaşadı. Milyonlarca Iraklı ülkesini terk etti. Paha biçilmez Bağdat kütüphanesi “barbarca” yağmalandı.

Belki de nedeni çok basitti; Elinizde bu kadar yıkıcı -Holywood diliyle : yok edici- silahınız varsa, onu kullanmadan edemezsiniz.  Yoksa müşteriler silahların ne ölçüde etkili olduğunu anlayamaz. Veya ABD vatandaşları savaş makinalarının ne kadar güçlü olduğunu göremez. Vergilerin boşa gittiğini zanneder. Vatandaşları birlik-bütünlük içinde tutmanın çok etkili bir yolu. 19. yüzyılda Hegel gibi filozoflar bunun felsefi altyapısını oluşturmuştu: Düşmana karşı ulusal birlik. Hal böyle olunca Ebu Gureyb veya Guantanamo işkence kampları güvenlik için gerekli hale gelebiliyor. Ne diyor D. Cheney : “Guantanamo’yu kapatmak, güvenlik zaafına yol açar”.

Obama’nın Ankara’dan sonra,  İslam Dünyasına mesaj vermek için Kahire’yi seçmesi bir rastlantı değildi. Evet, İslam dünyası bir şeylerin değişmesini ümit ediyor fakat  kuşkuyla karşılıyor. Önceki yönetimlerden farklı olduğunu iddia eden Obama’dan beklentiler eriyip gidiyor. Afganistan Taliban sonrası, Irak Saddam sonrası büyük yıkımlar yaşadı, yaşıyor. Bu da Ortadoğu’da reaksiyonu güçlendiriyor. ABD’nin misyonundan, haçlı seferinden, silah ticaretinden, petrolden söz edebilirsiniz ama demokrasi, özgürlük, insan hakları gibi konulara hiç girmeyin. Bunlar Ortadoğu için artık bayatlamış konular. Saldırgan politikalar, bu tür mesajların inandırıcılığını azalttıkça azaltıyor.

Zinn’in yürüttüğü Alternet gibi muhalif gurupların mücadelesini elbette saygıyla karşılamamız gerekiyor. Zinn ve arkadaşları kendilerine daha rahat bir yol seçebilirlerdi. Biz burada, içeriden görülmesi zor olabilecek bazı noktaları vurgulayarak onlara yardımcı olmak istedik.