ABD-İsrail tarihi bağlarla bağlı ama artık yekvücut değil

ABD Başkanı Barack Obama İsrail’e ilk ziyaretini gerçekleştiriyor. Bu ziyaret, Obama’nın yeniden seçilmesi, ikinci dönem görevine başlaması ve Benjamin Netanyahu liderliğinde yeni bir İsrail hükümetinin kurulmasının ardından geliyor.  İsrail ve ABD arasındaki zirveler normalde her iki tarafın dış politika meseleleriyle doludur; İran, Suriye ve Mısır gibi görüşülecek pek çok dış politika meselesi olacaktır. Fakat bu zirve ilginç bir iklimde gerçekleşecek zira hem Amerikalılar hem de İsrailliler dış politika ve güvenlik meselelerinden daha çok kendi iç meseleleriyle ilgilenmektedirler.

ABD’de, başkanın ve ülkenin dikkati federal bütçe üzerindeki siyasi kriz, ekonomiyi büyütme ve işsizliği azaltma mücadelesi üzerinde yoğunlaşmış durumda. İsrail seçimleri, ultra-Ortodokslara diğer vatandaşlar gibi askerlik görevi yaptırılıp yaptırılmayacağı, İsrail’deki ekonomik eşitsizlik gibi iç meseleleri tartışma konuları haline getirdi.

İçe dönüklük, çoğu ülkede döngüsel kaidedir. Gündeme her daim dış politika hâkim olmaz ve dönemsel olarak daha az önemli hale gelir. Bu noktada ilginç olan, İsraillilerin dış politika endişelerini dile getirmeye devam etmelerinin yanısıra ihtilaf çıkaran iç sosyal meselelere çok tutkulu olmalarıdır. Benzer şekilde, Afganistan’da savaş devam etmesine rağmen, Amerikan kamuoyu ekonomik meselelere odaklandı. Bu şartlar altında ilginç olacak olan soru, Obama ve Netanyahu’nun ne konuşacakları değil konuştuklarının pek bir öneminin olup olmayacağı sorusudur.

Washington’ın yeni stratejisi

Söz konusu olan ABD olduğunda, iç meselelere odaklanılması, Amerika’nın dünyayı ele alış şeklindeki stratejik değişiklikle daha da yoğunlaşmıştır. ABD on yıldan daha fazla bir süreyle İslam dünyasına odaklanıp bölgedeki tehditleri askeri bakımdan kontrol etmeye çalıştıktan sonra bugün farklı bir duruşa doğru seyrediyor. Askeri müdahale eşiği yükseltildi. Böylelikle, son demeçlere rağmen, ABD Suriye krizi için askeri taahhüt altına girmedi; Fransa Mali’ye askeri müdahale yaptığında ABD destekleyici bir rol üstlendi. Fransa ve İngiltere’nin ABD’yi harekete sürüklediği Libya müdahalesi, Washington’a ait stratejik gözden geçirmenin ilk dışavurumuydu. Bölgeye askeri dahlin azaltılması arzusu, Libya’nın sonucu değildir. Irak’taki tecrübeden ve berbat bir rejimin devrilmesinin ille de daha iyi bir rejime yol açmadığının fark edilmesindendir. Libya müdahalesinin nispi başarısı bile her müdahalenin niyetlenilmedik sonuçlarının ve beklenmedik mâliyetlerinin olduğunu anlamasını sağlamıştır.

ABD’nin yeni duruşu, İsraillileri korkutsa gerektir. İsrail stratejisinde, ABD, ulusal güvenliğin nihâi garantörüdür ve ulusal savunmanın bir kısmını ABD karşılamaktadır. ABD bölgesel maceralara daha az eğilim gösterdiğinde, ilişkide içkin olan garantilerin devam edip etmeyeceği sorusu var. Mesele, ABD’nin İsrail’in varlığını korumak üzere hareket edip etmeyeceği meselesi değildir; nükleer silahlı İran hâriç, İsrail’in güvenliğine yönelik varoluşsal bir tehdit yoktur. Mesele, İsrail’in siyasi nüfuzunun olmadığı, askeri kontrol sağlayamadığı yerlerdeki dinamikleri ABD’nin şekillendirmeye devam edip etmeyeceğidir. İsrail bölgede iş bölümü istemektedir; İsrail yakın komşularını etkilerken Amerika uzak meselelerin üstesinden gelecektir. Bir başka deyişle, Amerika’nın rolüne dair İsrail anlayışı - İsrail ve Amerikan çıkarlarının bir ve aynı olduğu varsayımına dayanarak - İsrail’i ve Amerikan çıkarlarını tehlikeye atan olayları Amerika’nın kontrol etmesidir. Çıkarların bir ve aynı olduğu fikri öyle her iki tarafın politikacılarının iddia ettiği kadar doğru değildir ama daha önemlisi, çevreyi kontrol zorluğu her iki taraf için çarpıcı biçimde artmıştır.

İsrail’in zorlukları

Bu noktada İsrail’in zorluğu, sorumluluğu altında olan bölgede pek bir şey yapamamasıdır. Örneğin, ABD’yle ilişkisinden sonra İsrail için ikinci en önemli stratejik temel, Mısır’la ilişkisi, barış antlaşmasıdır.  Hüsnü Mübarek’in düşüşünün ardından Mısır’ın barış antlaşmasını fesh edeceği, gelecekte bir noktada konvansiyonel savaş ihtimaline yol vereceği korkusu doğmuştu. Fakat İsrail için en sarsıcı şey, Mısır’daki olayları ve Mısır’la ilişkilerin geleceği üzerinde pek az kontrolü olduğunun görülmesidir. İsrail ve Mısır ordusu arasındaki iyi ilişkiler ve Mısır ordusunun halen güçlü olması sayesinde antlaşma şimdiye değin ayakta kaldı. Ama ordunun gücü, anlaşmanın uzun vadeli sürdürülebilirliği üzerinde belirleyici tek faktör değildir. Antlaşmanın ayakta kalıp kalmayacağı, öyle pek İsrail kontrolünde olan bir mesele değildir.

İsrailliler kontrolleri altında olmayan yerleri ABD’nin kontrolün edeceğini varsayıp durdular. Ve bazı İsrailliler, Mısır’daki olayları kontrol etmek için ABD daha fazlasını yapmadı diye onu kınadılar. Ama işin aslı, Mısır’da bir miktar yardım ve Mısır ordusuyla ilişkisi hâriç, Mısır’daki evrimi kontrol edeceği pek az aracı var ABD’nin. İsrail’in ilk tepkisi, İsrail’in karşısındaki sorunlarla ilgili olarak ABD’nin bir şeyler yapmasını talep etmek oldu. Her hangi bir vakada ABD’nin bir şeyler yapması ya da yapmaması çıkarına olabilir fakat sorun şu ki bu vakada hasım bir Mısır Amerikan çıkarlarına uygun olmasa da  ABD’nin Mısır’daki olayları kontrol etmek için yapabileceği çok az şey vardı.

Suriye’nin durumu daha karmaşıktır; hangi sonucun daha arzulanır olduğu hususunda İsrail de emin değildir. Beşşar Esad, İsrail’in malumu niceliktir. Her halükarda dost değildir ama onun ve babasının hareketleri kendi çıkarlarının izindeydi ve de bu yüzden öngörülebilirdi. Muhalefet ise yönetme kabiliyeti sorgulanır olan amorf/şekilsiz bir yapıdır; en azından örgütlü ve ne istediğini bilen İslamcılarla doludur.  İsrail’in Esad’ın düşmesini mi yoksa ayakta kalmasını mı istediği belli değildir ve bir tercihi olsa bile yapabilecekleri her halükarda sınırlıdır. Her iki netice de İsraillileri korkutmaktadır. İşin doğrusu, isyancılara Amerikan silahlarının gönderildiğine dair ipuçları bir noktada en az silahların gönderilmemesi kadar kaygılandırmaktadır İsrail’i.

İran’ın durumu da bir o kadar karmaşıktır. Tam aksi söylemlere rağmen, İsraillilerin İran nükleer silahlarına karşı tek taraflı eyleme geçmeyecekleri bellidir. Başarısızlık riski çok yüksektir ve petrolün Hürmüz Boğazından akmaya devam etmesi gibi esaslı Amerikan çıkarlarına karşı İran misillemesinin neticeleri çok mühimdir. Amerika’nın görüşüne göre İran’ın nükleer silah üretmesi an meselesi değildir ve İran’ın fırlatılabilir nükleer silah üretim yeteneği sorgulanabilirdir. Dolayısıyla da İsrail ne isterse istesin, Amerikan çıkarları bahse değer şekilde etkilendiğinde askeri müdahaleyi son çare olarak gören Amerikan doktrinine bakınca, İsrailliler ABD’yi bölgeyi şekillendirmek üzere askeri yükü taşıma rolüne sevkedemeyeceklerdir.

Değişen ilişkiler

ABD-İsrail ilişkilerinde son derece gerçek ama bir şekilde güç algılanan bir değişim söz konusudur. İsrail, sınırlarındaki ülkelerin davranışlarını şekillendirme kabiliyetini kaybetti o da şayet daha evvel vardıysa. Mısır ve Suriye, ne istiyorlarsa onu yapacaklar. Aynı zamanda, ABD geniş bölgesel çatışmalara askeri müdahale temayülünü kaybetti ve elindeki siyasi araçlar sınırlıdır. Suudi Arabistan gibi ABD stratejisine uygun safta yer almaya mütemayil ülkeler kendi stratejilerini oluşturmak ve riskleri üstlenmek durumunda kalıyorlar.

ABD için ülke ekonomisi gibi Ortadoğu’dan daha önemli meseleler var artık. ABD hem içe bakması gerektiğinden hem de İslam dünyasını şekillendirmede iyi iş çıkarmadığından dolayı içe bakıyor. İsrail nokta-i nazarından, şu an, ulusal güvenliği riskte değildir ve güvenlik çevresini kontrol kabiliyeti sınırlıdır; bölgeye yönelik Amerikan tepkilerini şekillendirme kabiliyeti ise Amerika’nın odağını değiştirmesinden dolayı körelmiştir. Artık ihtiyaç duymadığı yardımları almaya ve özellikle de askeri teknolojilerin geliştirilmesinde Amerika’yla askeri ilişkilere sahip olmaya devam edecektir. Ancak İsrail’le alakası olmayan meselelerden dolayı Washington’ın dikkatleri bölge üzerinde değil veya en azından 2001’den bu yana olduğu gibi takıntılı bir şekilde bölge üzerinde değil.

Yani İsrail hükmen içe bakmaktadır. Sınırındaki olayların korkuttuğu İsrail, orada çok az kontrolü olduğunu ve ne istediği konusunda açık olmadığını fark etmiştir. İsrail’in bölge çapında Amerikan kontrolüne bel bağlaması azalmıştır. İsrail gibi ABD de böyle bir stratejinin sınırlarını ve mâliyetlerini fark etmiştir ve İran vakasının gösterdiği üzere İsrail, ABD’yi buna ikna edemeyecektir. Ayrıca, İsrail’in karşısında cevap vermesi gerektiği yakın bir tehdit de yoktur.  Neyi görmek istediği hususunda açık olmaksızın izlemede ve beklemede olduğu bir durumdadır. Dolayısıyla ABD gibi İsrail’in de iç meselelere odaklanmış olması şaşırtıcı gelmemelidir.

İsrail’i reaktif bir pozisyona da yerleştirmektir bu. Filistinliler sorunu olduğu gibi yerinde duruyor. İsrail’in politikası diğer politikalarında olduğu gibi izle ve gör politikasıdır. Bir siyasi çözüm bulma temayülü yok zira her hangi bir çözümün veya teşebbüsün neticelerini tahmin edemiyor. İzlediği politika, inisiyatifi Filistinlilere terk etmektir. Geçen ay, artan gösterilerin Batı Şeria’da III. İntifada’nın kıvılcımını çakabileceğine dair spekülasyonlar vardı ama olmadı. Gazze’den roket yağmuru gelebilir de gelmeyebilir de. Hamas’a kalmış bir karardır bu.

İsrail siyasi bakımdan içe döndü çünkü stratejik muhiti kontrol dışı tehditkâr bir muhit haline gelmedi.  Düşmanları ona baskın çıkamadıkları gibi İsrail de düşmanlarının ve potansiyel düşmanlarının yapabileceklerini kontrol edecek durumda değildir. İsrail inisiyatifi kaybetmiştir; bundan daha önemlisi, inisiyatifi kaybettiğini artık bilmektedir. İnisiyatifi ele alması için gözünü Amerika’ya çevirdi ama Washington, İsrail’in yaşadığını daha az risk ve daha az aciliyetle daha geniş bir ölçekte yaşıyor. İsraillilerin Amerika’nın daha saldırgan bir duruş sergilemesini ve daha fazla risk üstlenmesini istediklerine şüphe yok fakat bölgede saldırgan duruşun bedel ve tehlikelerinin kontrol dışına çıktığını tam olarak anlamaktadırlar.

Bu yüzden Obama ve Netanyahu’nun neler konuşacakları merak edilebilir. İran gündemde olacak ve Obama, mevcut bir tehlike olmadığını, risk almaya gerek olmadığını söyleyecektir. Netanyahu, İsrail için elverişli olduğu bir zamanda ABD’nin bu yükü taşıması gerektiğine dair Obama’yı ikna etmenin yolunu bulmaya çalışacaktır. ABD bu daveti geri çevirecektir.

ABD-İsrail ilişkilerinde öfke ve kırgınlık anlamında bir gerilim teşkil etmez bu her ne kadar her iki tarafta bu duygular varsa da. Daha ziyâde alışkanlıktan dolayı devam eden ama temelleri bozulmuş bir evlilik gibidir. Temel, İsrail’in kendi bölgesindeki olayları kontrol edebilmesi ve İsraillilerin başarısız olduğu yerde Amerikan çıkarlarının Washington’ı harekete geçmeye zorunlu kılacağını garanti etmesiydi.  İlişkileri bu temelde götürmeye ikisinin de kabiliyetleri, iştahları yahut siyasi temelleri yok. Obama’nın tasalanacağı bir ekonomi var. Netanyahu’nun kafasında ultra-Ortodoksların zorunlu askerlik hizmetleri var. Ulusal güvenlik her ikisi için de bir meseledir ama bunu yönetme kabiliyetleri çarpıcı biçimde azalmıştır.

Kapalı kapılar ardında soğuk bir nezaket, kamuoyu önünde ise hararetli bir dostluk bekliyorum onlardan tıpkı boşanmaya yakın olmayan ama gençken oldukları yerden de çok uzak olan yaşlı ve sıkılmış bir karı-kocanın durumu gibi. Her iki taraf da geçmişteki o taraf değil; her biri hatanın diğerinde olduğundan şüpheleniyor. İşin sonunda, her biri kendi kaderinde ilerleyecek; birbirlerine tarihi bağlarla bağlı olacak ama yekvücut olmayacaklar.

Kaynak: Stratfor

Dünya Bülteni için çeviren: M.Alpaslan Balcı