ABD, İsrail modelini benimsiyor

Geçenlerde Middle East Policy Council  dergisinin 2012 bahar sayısında Scott McConnell’in “İsrail’le özel ilişkiler: Mâliyetine değer mi?” başlıklı ilginç makalesini okudum.  ABD’nin İsrail’le asimetrik ilişkisini yakından takip edenlerimiz için bile eşsiz bazı bilgiler sunuyordu. Örneğin, ABD-İsrail özel ilişkilerinde sonucun İsrail politikalarının ve bakış açılarının Amerikalı politikacılar ve uzmanlarca toptan benimsenmesi olduğunu gözlemlemiş. Scott, bir aktarma kayışı bulunduğunu, İsrail’in dünyanın istikrarsız ve çekişmeli bir bölgesinde ABD’nin nasıl davranması gerektiği hakkındaki fikirlerini bu kayıştan ilettiğini belirtiyor.  Alıcı Amerikan siyasi sınıfı ise Ortadoğu’ya ve ülkelerinin oradaki rolüne ciddi ölçüde İsrail’in gözleriyle bakıyor artık.

İsrail’in, Amerika’nın algısını biçimlendirmekle kalmayıp ABD’nin gerek yurtiçinde gerekse yurtdışında kendisi hakkındaki algısını ve dünyanın geri kalanının ABD hakkındaki algısını esaslı bir şekilde değiştirdi. Bu en çok da başarısız güvenlik politikalarında, İslam dünyasıyla zarar verici etkileşimlerde ve Vatanseverlik Kanunu yüzünden ülke içinde yaşanan özgürlük kaybında açıktır. İsrail ve onun güçlü lobisi, Washington’un ülke dışında sürekli savaşlara sokulmasında ve bu esnada ülkede güvenlik devletinin tohumlarının atılmasında vasıta rolünü oynamışlardır. Kısacası, bu özel ilişkinin net sonucu şu olmuştur: ABD’nin pek çok özgürlükten ve anayasal kısıtlamalardan vazgeçmesi;  ve hukukun üstünlüğünün tıpkı İsrail’dekine benzemesi.

Tüm bunlar, İsrail’in Arap dünyasını Amerikalı devlet adamlarından ve diplomatlardan daha iyi bildiği gibi yanlış bir izlenim verilmesinden doğdu.  İsrailliler kendi arka bahçelerinde neler olup bittiği hakkında uzman addedildiler ancak işin doğrusu, Tel Aviv daha baştan beri Araplar ve tarzları hakkında olumsuz bir algı oluşturmak için çokça uğraşmaktaydı. Arapçı diye tanımlanan Amerikalı diplomatların çalıştıkları ülkeler hakkında iyi bir kavrayışları vardı; artık yerinde yeller esen o dünyada ABD memnuniyetle karşılanıyor ve olumlu şekilde algılanıyordu. II.Dünya Savaşı’ndan sonra neredeyse bütün Arap ülkeleri ABD’nin yanındaydı ve İsrail devletinin kurulması öncesinde ABD bölgedeki tek dosttu. İsrail’in kuruluşundan sonra ise Washington’un Tel Aviv’e meyletmesi, İsrail’in düşmanlarının kaçınılmaz olarak Amerika’nın da düşmanları olacağı anlamına geliyordu.

1980 ve 1990’larda Amerikan yönetiminde dolaşımda olan İsrail istihbarat raporlarını şahsen hatırlıyorum. Raporlar her daim Arap liderler ve niyetleri hakkında şüphe saçacak şekilde ama İsrail’in  bölgesel istikrarsızlıktaki rolünden de dikkatle sakınarak hazırlanıyordu. İsrail’den gelen bilgilere şaka muamelesi yapılır, mesajın muhatabı yönetimdiler hariç, itibar gösteren asla çıkmazdı. O zamanlar bile İsrail hakkında fazla eleştirel görülmek akıllıca değildi. İsrail’in kendine hizmet eden propagandasının ötesinde ABD’ye sunacağı bir şey de yoktu. İroniktir, İsrailli liderlerin arada bir ABD müttefikiymiş gibi davranmadığı olurdu. Jeff Stein, CIA çalışanlarıyla yapılan bir anketi anmıştır; CIA çalışanları, Washington’la istihbarat işbirliğinde dost ülkeler arasında İsrail’i en sonuncu ülke olarak işaretlemişlerdir.

Washington’un Ortadoğu’ya bakış açısını değiştirecek evrimci değişimin bir parçası olarak İsrail’i eleştiren siyasetçiler ikinci seçim geldiğinde mâli kaynakları yerinde olan, böyle yapmanın kariyeri bitireceği mesajını gönderen muhaliflerle karşılaştılar.  Bu arada, İsrail yönetiminin kötü muamelede bulunduğu veya hukuk dışı yolla tutukladığı Amerikalıları korumak için nâdiren teşebbüse giren Tel Aviv’deki Amerikan büyükelçiliği varlık nedeninden uzaklaşırken Dışişleri Bakanlığındaki Arapçıların ayıklandığı zamanlar geldi. Obama yönetimi, Gazze’ye Özgürlük Filosu yola çıkmadan önce, katılımcı Amerikalı vatandaşların büyükelçilikten hiçbir yardım görmeyeceklerini açık kıldı ve hatta bu bireylerin suçlu durumuna düşeceklerini veya - İsrail eleştirmenlerine derhal terörist muamelesi yapan İsrail tanımını kabul ederek - teröristlerin elindeki safdiller olacaklarını, haklarında soruşturma açılabileceğini ima etti.

Clinton yönetiminden bu yana Ortadoğu’yla ilgili kıdemli her diplomat veya yetkili, İsrail çıkarlarına destek ve hürmette kusur etmenin soruşturulduğu bir güvenlik incelemesinden geçmek durumundadır. 2009’da Ulusal İstihbarat Konseyi başkanı olarak ismi geçen Chas Freeman, yeterince İsrail yanlısı olmadığı anlaşılınca bu makamdan uzaklaşmaya mecbur tutuldu. 2001’den beri, federal yönetimdeki üst düzey isimler güçlü İsrail yanlısı hissiyatlarını gizlemek için hiçbir çabaya girmiyorlar artık; George W. Bush döneminde Paul Wolfowitz, Doug Feith, William Boykin ve Eric Edelman’ın Pentagon’a gelişine bakın.

ABD ulusal güvenlik modelinin İsrailleşmesi,  11 Eylül’le birlikte yeni bir safhaya girdi; İsrail başbakanı Benjamin Netanyahu 11 Eylül’ü “iyi haber” diye memnuniyetle karşılamıştı çünkü İsrail’in terör diye nitelendirdiği şeye karşı savaşta iki ülkeyi bir araya getirecekti. 11 Eylül’den sonraki birkaç gün zarfında, Kongre, “hepimiz hedefiz” konuşmasını yapmak üzere Netanyahu’yu Washington’a davet etti ve yeni icât edilen Terörle Savaşın nasıl yapılacağı konusunda İsrail rehberliğinin zinciri çözüldü. Tüm Müslüman ülkelere “ya bizimlesiniz ya da bize karşı” politikası uygulandı ve yanısıra ülke içinde güvenlik artırıcı tedbirler ve sivil hakların kayda değer ölçüde ihlali birbirlerine paralel ilerledi. Kısacası,  Kongre ve medyadaki dostlarının ustalıklı yardımlarını gören İsrail ve lobi, Amerika’yı esasen abartılmış terör tehdidine karşı savunmada İsrail gibi olmaya itti.

İsrail Diaspora Bakanı Natan Sharansky, Amerikan tutumunun değişmesinde sembol bir isimdir. The Case for Democracy başlıklı kitabı Bush yönetiminin elinde dolaşmaya başladı ve başkan Bush bu çalışmayı tavsiye ederek “dış politikaya nasıl bakması gerektiği hakkında bir bakış sunduğunu “ söyledi. Condi Rice da kitabı okurken görüldü ve hatta Senato’daki bir oturumda kitaptan alıntı yaptı. İnsan hakları eylemcisi olduğunu iddia eden ama Filistinlilerin temel haklarını hiçbir zaman kabul etmemiş olan Sharansky, önde gelen yeni-muhafazakârlardan Bill Kristol ve Charles Krauthammer’ın da yardımını alarak Bush’un ikinci açılış konuşmasını da kaleme aldı.  Konuşma, ABD’nin “küresel özgürlük gündemini” başlatma sözü verdi. Sharansky’ın tüm dünya için, özellikle de İslam dünyası için demokrasiye sarılmasının merkezinde Arapların aşiret ve dini ihtilaflarla parçalanmış zayıf demokrasilere doğru evrilmesini teşvik vardır. Araplar böylelikle İsrail’e tehdit olmaktan çıkacaklardır. Bu strateji ilk kez Amerikalı yeni-muhafazakârların 1996’da başbakan Netanyahu’ya bir dizi tavsiyelerde bulundukları “A Clean Break” adlı çalışmada geliştirilmişti.

Pentagon’a yerleşmiş yetkililerin nüfuzunu kullanan İsrail liderleri, ABD’nin Arap dünyasında rejim değişikliğinin bir vasıtası olabileceğini görmeye başladılar. İlk hedef, Batı Şeria ve Gazze’de öldürülenlerin ailelerine destek veren Irak’tı. İsrail, Clean Break stratejisine koşut olarak, İsrail’e karşı bir tehdit olmaktan çıkmış çok parçalı bir Irak devleti kurmaya baktı. Saddam Hüseyin’e saldırmaya varan histeriye yakın halin tek unsuru İsrail’in fasılasız süren savaş tamtamları değildi ama savaşa izin veren kilit faktörü buydu. İsrail savaşa hayır demiş ve Kongre’deki, medyadaki dostlarını bu görüşü desteklemeye sevketmiş olsaydı savaş olmazdı.

İsrail’in ayak izlerini ABD’deki Müslüman karşıtı hissiyatın yayılmasında da kolayca  görebiliyoruz; bu hissiyat, 11 Eylül’ün hemen ardından bile görülmemişti. İslamofobi, hiç de tesadüf değildir, çoğu İsrail’in önde gelen destekçilerinden bir dizi yorumcunun çalışmaları sayesinde merkeze oturmuştur. Bir dizi proje ve kurumun inşa edilmesiyle ve yanısıra Pamela Geller, Daniel Pipes, Frank Gaffney ve Robert Spencer gibi islamofobiklerin başını çektiği web siteleri ve  düşünce kurumları eliyle nefret kurumsallaştı. İsrail yanlısı kaynak merkezler, İslam’ın kötü yönlerini vurgulamakta ve bu din ve kültürü büsbütün olumsuz şekilde tasvir etmeye teşebbüs etmektedir. Bu algı, siyasi alana da sirayet etti. İleri sürülen savlar, İsrail’in İslam dünyasına bakışına ABD’nin ayak uydurmasını amaçlamaktadır ki bahse değer başarı da kaydetmişlerdir. Hıristiyan Siyonistler, İslam’ın şerri meselesine el attılar. Müslümanları birinci Anayasa değişikliğiyle getirilen haklardan mahrum etme hatta vatandaşlık verilmemesi teklifleri bile geldi. Askeri akademiler ve okullar ve de FBI, İslam’ın kötülüklerinin anlatıldığı derslere ev sahipliği yaptılar. Newt Gingrich’in Şeriat’ı kınamasını ve önde gelen Cumhuriyetçilerin Müslümanları karalamalarını da kaydetmelidir. Gingrich’in başlıca mâli kaynağı, kumarhane  patronu Sheldon Adelson’dur. Karısı İsrailli olan Adelson, İsrail davalarına büyük destek vermektedir. Adelson’un Mitt Romney’e mâli destek verdiği söyleniyor şimdi de.

Amerikan yönetimi, Hamas gibi gruplar ve İran gibi devletler dâhil, İsrail’in düşmanlarını Amerika’nın düşmanı olarak kabul etti. İncelikli diplomasi mümkün değil ve İsrail’in güvenlik sorunu olduğuna inandığı Ortadoğu’da hiçbir yerde Amerikan ulusal çıkarları konuyla alâkalı değil.  Illinois Senatörü Mark Kirk, Filistinlileri yasal haklarından mahrum edecek bir yasa teklifine bile öncülük etti. Haberlere göre bu yasa teklifini İsrailli politikacı Einat Wilf hazırlamış.

İsrail baskısı, Washington’un pervasız davranışlar sergilemesine de yol açıyor. Mesela Stuxnet ve Flame gibi bilgisayar virüsleri. Terörle Savaş, 11 Eylül’le hiçbir ilgisi olmayan, ABD’ye doğrudan tehdit teşkil etmeyen ülke ve gruplara ulaşıyor ki ABD’nin değil İsrail’in çıkar algısına göre oluyor bu. ABD gereksiz yere pek çok düşman edindi ve her bir Amerikalıyı terör hedefi haline getirdi.

Senatör Joe Lieberman, Lindsey Graham ve  John McCain gibi İsrail’in tutkulu destekçilerinin pek çoğu bir zamanlar mahrem addedilen alanlara devletin burnunu sokması gerektiğini savunuyorlar. İsrail’i ve büyüyen polis devletini desteklemenin el ele gidişi tesadüf değildir. Ulaşım Güvenlik İdâresi, keyfi davranışlar sergileyen ve ölçüsüz aramalar yapan İsrail sınır güvenliği modeline dayalıdır. Ulaşım Güvenlik İdâresi’nin, İsrail hava güvenlik uygulamalarına geçmesi için Kongre’den sık sık talep geliyor. ABD’de faaliyette bulunan özel güvenlik şirketlerinin pek çoğu özellikle de hava taşımacılığıyla ilgilenenler, İsrail menşeylidir. Polis ve güvenlik makamlarının serbestçe hareket etmesini sağlamak için terör vakalarında sivil özgürlüklere sınırlama getiren Vatanseverlik Kanunu da İsrail’den alınmadır. Geçenlerde teklif edilen Ulusal Savunma Tahsisat Kanunu’nun (2013) bir parçası olarak terör zanlılarını hâkim karşısına çıkarmadan sınırsız tutuklama süresi, İsrail’in Filistinlilere yaptığı uygulamalara benzerdir. İsrail’in Arap vatandaşlarına sunulan sadâkatsiz ikinci sınıf statüye doğru bir adımdır, Amerikalı Müslümanlar, Temsilciler Meclsii üyesi Peter King ve benzerleri tarafından devlet düşmanı olarak yaftalandı; Amerika’daki Müslümanların geldikleri ülkeleri terör cenneti diye nitelendirmeye de elverişli bir yafta aynı zamanda.

Yani Amerika İsrail’dir; İsrail, Amerika.  İsrail kısa vadede bu sinerjiden faydalandıysa da – Netanyahu hükümetinin cezadan muaf kalmasını sağlamıştır –düşmana karşı sürekli savaş geleneği, azalan haklar ve Amerika’da ekilen hizip çatışması tohumları hâriç, bu mübadeleden Amerikalıların ne kazandığını görmek zordur.

Kaynak: Antiwar

Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı