İki yıl önce yapılan bir konferansta Amerikalı yetkililerle ve Tunus, Ürdün ve diğer Ortadoğu ülkelerinden genç İslamcı siyasetçilerle bir araya geldim. İslamcılar şunu bilmek istiyorlardı: Amerikalılar İslamcıların iktidara gelmesi anlamına gelse bile onların serbest seçimlere katılmalarına izin verecekler mi? Amerikalılar soruyu onlara geri çevirdiler: İslamcılar iktidara geldikten sonra iktidarı kaybetmek anlamına gelse bile serbest ve demokratik seçimlere izin verecekler mi?
O vakitler neredeyse teorik bir tartışmaydı fakat bu sorular artık gerçek oldu. Tunus’ta ayaklanma sonrasında yapılacak ilk seçimlerde İslamcıların Meclis sandalyelerinin çoğunluğunu kazanmaları bekleniyor. Mısır’da Müslüman Kardeşler en güçlü siyasi hizip ve soldan sağa kadar İslamcı filizleri var. Libya’da ise İslamcılar Muammer Kaddafi’yi deviren devrimde başlıca rolü oynadılar ve yeni hükümette başlıca oyuncular olmaları muhtemeldir.
O konferansta Mısırlı laik demokratlardan Saadettin İbrahim’in yanına oturmuştum. Hüsnü Mübarek’in siyasi mahkumlarından olan Saadettin İbrahim, Kahire’de kıdemli bir siyasetçidir. Cami ve devlet arasında açık bir ayrımdan yanaydı fakat yanılsama içinde de değildi.”İslamcıları birçoğu kalben demokrat değildir. Fakat bu insanları defedip yakayı kurtaramazsınız. İlgilenip üstesinden gelmeniz lazım” demişti.
Uzun lafı kısası, ABD’nin ve Arap dünyasındaki İslamcıların 32 yıl önce İran’da denetimi ellerine alan Müslüman devrimciler (mesela otoriteryan, hasım ve sözde demokratlara dönebilmeleri) hakkında kaygı taşıyan herkesin karşı karşıya olduğu ikilem budur.
İslamcıların pek çoğu kalben liberal çoğunlukçu değillerdir. İslam’ın ülkelerinin resmi dini olmasını istiyorlar. Medeni Hukuk’un temeli olarak Şeriat istiyorlar. İsrail’den hazzetmiyorlar; ABD’nin İsrail politikasından da hazzetmiyorlar.
Tüm bunlar, Amerikalıların İslamcıları birlikte yaşayamayacağımız devrim sonucu olarak görmelerini sağladı. Bazı kongre üyeleri, Müslüman Kardeşler meclis çoğunluğunu ele geçirdiği takdirde ABD’nin Mısır’a yaptığı yardımların kesilmesini istediler.
Ancak bu tür düşünce üç bakımdan sorunlu: İslamcılar meşru siyasi güçtür; serbest seçimlerde kazanmaları muhtemeldir; ve hiçbir yere gitmiyorlar.
Yeni Arap demokrasilerinde İslamcı partiler var ki İsrail’de dini partilerin, İtalya’da muhafazakâr Katolik partisinin olmasını sağlayan aynı sebeplerden dolayıdır: Bazı seçmenler dini inançlarının ülke siyasetine yansıtıldığını görmek istiyorlar. ABD’de ise ayrı partileri olmamasına karşın pek çok Hıristiyan muhafazakâr aynı hissiyatı paylaşabilir.
İslamcılarla olan sorun ise diğer dindar siyasetçilerin aksine, gücü ellerine aldıkları zaman bazı yerlerde demokrasiye yol vermeleri, laik partilere rekabet şansı vermemeleridir. İran’da olan buydu. Ancak Türkiye ve Irak’ta böyle olmadı.
İnanılanın aksine, uzun vadede İslamcı partilerin demokrasiye karşı bir tehdit teşkil etmeyeceklerinin delilleri var. North Carolina Üniversitesi’nden iki araştırmacı, Charles Kurzman ve İclal Nakvi, İslam dünyasında İslamcıların da katıldığı 160 seçim üzerinde çalıştılar. İslamcıların bir devrimden sonra yapılan ilk seçimlerde, yarma harekâtı hükmündeki seçimlerde, en yüksek oranı almaya meyilli olduklarını tespit ettiler. Fakat bundan sonra da laik partiler güç kazanmaya meyilli. Bulguları şu: ”Genelde, seçimler olağanlaştıkça, İslamcı partilerin de durumu kötüleşiyor. Seçimlerin en serbest olduğu yerlerde İslamcı partiler en kötü performansı sergiliyorlar.”
Dahası, İslamcı partilerin ılımlı seçmenlerin oylarını kazanmak amacıyla zaman içerisinde liberalleştiklerini tespit ettiler. Mısır’da şu an yaşanmakta olan bu olabilir; Müslüman Kardeşler, yeni anayasanın yazılması sürecinde Hıristiyanlar dâhil İslamcı olmayan grupların da söz hakkı olması gerektiğine inandıklarını söyledi; önde gelen İslamcı bir grubun lideri ise yeni ve daha toleranslı bir “İslamcı liberalizm” çağrısı yaptı.
Saadettin İbrahim ise demokrasi uygulamasının İslamcı ideolojiye bir kıvam verebileceğine inanan bir kişi. “İslamcıların meşruiyet kazanmalarının tek yolu demokrat olmalarıdır. Onlara bir şans tanımalıyız” demişti.
Obama yönetimi, Arap dünyasında iktidara gelmek üzere bekleşen İslamcı partilere karşı ihtiyatlı bir yaklaşım sergiledi şimdiye değin. Dışişleri Bakanı Hillary Rodham Clinton, resmi terör örgütleri listesinde adı geçmeyen Müslüman Kardeşler üyeleriyle konuşmaları için Amerikalı diplomatları görevlendirdi. Fakat bu temaslar deneme niteliğinde ve alt seviyede yürütülüyor. Kahire’deki Amerikan büyükelçisi Anne Patterson, Müslüman Kardeşler üyeleriyle görüşme fikrine karşı içinin rahat olmadığını söylemişti.
Uzağı görememektir bu zira Mısır’ın İsrail’le barış antlaşmasını muhafaza etmesi (ki önemli bir Amerikan çıkarıdır) üzerinde Müslüman Kardeşlerin büyük bir etkisi olacaktır. Amerikalılar, Rusya, Çin ve Meksika siyasetçilerine karşı olduğu gibi İslamcı siyasetçilerin de söylediği veya yaptığı her şeye katılmayacak. Fakat ABD hoşlansa da hoşlanmasa da İslamcılar kalıcı bir siyasi güçtürler.
Mısır, Tunus ve Libya demokrasiyi işletecekse, İslam ve çoğulculuğu uzlaştırmanın bir yolunu bulmak durumunda kalacaklardır. İslamcılarla daha ciddi şekilde meşgul olarak - demokratik kurallara göre oynamalarını zorlamak ve meşru oyuncu muamelesi yapmak sûretiyle ki zaten öyledirler - bunun gerçekleşmesine yardım edebiliriz.
Kaynak: Los Angeles Times
Dünya Bülteni için çeviren: Ertuğrul Aydın