ABD Irak'ı İran'a mı satıyor?

Arapların Irak'tan uzak durması, ABD'yi İran'la işbirliğine itti. Arap liderler Irak'ın İran sömürgesine dönüşmesini engellemeli

Irak savaşını takip eden yıllarda gerçekleşen çatışmaların, patlamaların, suikastların ve çeyrek milyon insanın öldürülmesinin hedefi, Bağdat'ta 'taviz masası'na oturmaktı. Washington ve Tahran, Irak'ı istiyor.

İran politikasının meyvesini toplamaya, ABD'yse başarısızlığının bedelini ödemeye başladı.

İki ülkenin büyükelçileri Irak hakkında görüşmek üzere bir araya geldi. Her ne kadar aksi söylense de, bu görüşme açık bir Amerikan boyun eğişidir, Washington'ın Irak üzerinde müzakereleri reddettiğine yönelik açıklamalarından geri dönüştür.

Toplantının neden Kıbrıs veya Jamaika'da gizlice yapılmadığıysa soru işareti yaratıyor. Belki de bu durum, bütün bölge ülkelerine verilen açık bir mesajdı. Bu mesaj, Irak konusunda Arapların işbirliği yapmayı reddetmesi nedeniyle ABD'nin İran'la birlikte çalışmaya hazır olduğunu ifade ediyor.

Araplar bu toplantıyı, Washington'ın imajını ve ona duydukları güveni sarsan olumsuz bir gelişme gibi görecek. Zira, bu görüşmenin iki düşman arasında daha büyük ödünlerin ve işbirliğinin başlangıcı olmasından endişe duyuyorlar.

Sadr da İran kampına katıldı

Maalesef, Arapların Irak'a başından beri olumsuz yaklaştığını itiraf etmek gerek. Arapların bilinçli olarak ortaya çıkmaması, İran'ı varlığını düzenli ve genişleyen bir biçimde yapılandırmasına yol açtı. Hatta İran, Irak'ta ABD'den sonraki ikinci egemen güç haline geldi. Irak'ta olumlu Arap katılımının yokluğu nedeniyle denge bozuldu. Son denge bozucu gelişmeyse, Amerikalılarla yeniden çatışmaya başlamak için Irak'a dönen Şii lider Mukteda Sadr'ın İran kampına katılması.

Arap çıkarı özgür bir Irak'ta

Arap grubu şikâyet etmeyi, seyirci kalmayı ve Irak'ın merkezi sistemini kendi akıbetine terk etmekle yetinmeyi sürdürürse ülke gelecek 20 yılda bir İran sömürgesi haline gelecek. Burada Arapların şu iki hastalığına işaret etmek gerek: İlki, sorumluluğu başkasına yükleyip Irak'ta olan biteni kınamakla yetinmek. Siyasetin şikâyet ve geçmişte yaptıkları nedeniyle Amerikalıları kınamak üzerine yapılandırılması akıl kârı değil. İkinci hastalıksa, Irak bütün bölgenin siyasi dengesinin kalbinde yer alırken ve savaşın sonuçlarından kaçmak mümkün değilken, Arapların tecrit politikasını temel alması ve Irak'ın içişlerine karışmaması. Oysa bu ülke 25 milyonluk bir nüfusa ve dünyanın ikinci en büyük petrol rezervlerine sahip. Irak'ın petrol geliri yılda 100 milyon dolara varıyor.

Irak'ı, merkezi yönetimin başında kimin bulunduğunu önemsemeden desteklemek, bu ülkenin ABD'den, İran'dan veya başka bölgesel etkilerden bağımsızlığını temin etmeyi sağlayabilir. Zira bölgenin çıkarı, başka ülkelere değil doğrudan kendi çıkarlarına hizmet eden özgür bir Irak'tan geçiyor.

Arapların ve dünyanın çıkarıysa, Irak'ın bugün Tahran'ın yörüngesinde dönen Hamas ve Hizbullah'a benzemesinde değil, kimseye tabi olmayan istikrarlı ve güçlü bir ülkeye dönüşmesinde.