2006 yılında sivil nükleer işbirliği anlaşmasının imzalanması, Hindistan-ABD stratejik ilişkilerinin filizlenmesi olarak yorumlanmıştı. 21. Yüzyılın başları, soğuk ve mesafeli geçen kırk küsür yılın ardından, Washington ve Yeni Delhi’deki siyasilerin büyük bir stratejik ortaklığı pazarladıklarına şahit olmuştu. George W. Bush ve Manmohan Singh nükleer anlaşmaya karşı çıkan yerleşik zihniyetleri bu amaç uğruna karşılarına alarak büyük bir siyasi risk üstlenmişlerdi.
Nükleer yayılmaya karşı çıkan Washington’daki muhalifler müzakereler sırasında anlaşmayı yerin dibine batırmışlardı. Yeni Delhi’ye gelince, anlaşma o kadar tartışmalıydı ki 2008’de yapılan meclis oylaması sırasında Kongre Partisi’nin koalisyon hükümetini neredeyse devrilecekti. Dolambaçlı müzakerelerin yolunda gitmesinin altında Hintli ve Amerikalı diplomatların karşılıklı olarak diğer tarafın içinde bulunduğu siyasi kısıtlara empati ve anlayış göstermeleri yatıyordu. Nükleer anlaşma müzakerelerini yürüten zamanın ABD Dışişleri Bakanı yardımcısı Nicholas Burns geçenlerde İran politikası yüzünden Hindistan’ı ağır şekilde eleştirince Hintli siyaset ve strateji camiasının kafası karıştı bu yüzden. Hindistan’ın ABD nezdindeki büyük stratejik önemini on gün önce Boston Globe’da teyid eden Burns şimdi de Yeni Delhi’nin Amerikan müeyyidelerine gönülsüz oluşunu küresel liderlik potansiyelinin hakkını vermemesi anlamına geldiğini savunuyor ki böyle yaparak suni bir şekilde Hint liderliğinin emellerini Amerikan çizgisinde durmakla bir tutmuş oldu. Nicholas Burns Hindistan’ın BM’de İran’a karşı kullandığı oyları kabul etmesine rağmen Hindistan’ı “ABD’yle istediği stratejik ilişkilerin inşasına faal halde engel olmakla” suçluyor.
Gerçekte ise Hindistan-ABD ilişkilerini tehdit eden şey Washington’ın Hindistan’ın İran’daki hayati çıkarlarına yumuşak yaklaşamayan sert tutumudur. Burns ve Hindistan’ın İran politikasını eleştiren diğerleri aslında Hindistan-ABD ilişkilerini o eski, yakışıksız ve tarihi dolmuş “ya bizimlesiniz ya onlarla” kalıbına geri döküyorlar. Meseleye ya hep ya hiç şeklinde yaklaşan Washington’daki eleştirmenler Hindistan’ın İran politikasının şekillendiği ekonomik ve ülke içi bağlamı göz ardı ediyorlar.
Yeni Delhi’nin İran’daki ekonomik çıkarlarını azımsayan Burns, Hindistan’ın petrolün yüzde 12’sini İran’dan ithal ettiği gerçeğini İran politikasına getirilmiş “zayıf bir savunma” diyerek geçiştiriyor; halbuki Hindistan’ın yeni tedarikçiler edinmesi yılları alır. Hindistan’daki devlet rafinerilerinin İran petrolünü işleyecek şekilde ayarlandığını görmezlikten gelmektedir. Hindistan’ın diğer kaynaklara yönelmesi, rafinerilerin diğer ham petrolleri işleyecek hale getirilmesini ve bu amaçla bahse değer yatırım yapılmasını zorunlu kılar. GSMH’nın yüzde 5.6 oranında bütçe açığı veren Singh yönetimi bu maliyetleri üstlenecek bir haleti ruhiyeye sahip değil.
Dahası, Hindistan’ın İran petrol kaybını başka kaynaklardan petrol temin ederek telafi edip edemeyeceği de çok açık değildir. S. Arabistan’ın bu açığı kapatacak üretim kapasitesinin ve istekliliğinin olduğunu savunan pek çok kişi var. Fakat on yıl zarfında bazı yerlerde küresel arz kesintilerinin yaşanmış olması ve Çin-Hindistan gibi yükselen güçlerin artan talepleri Riyad’ın kapasitesini ciddi şekilde zorlamaktadır. Ayrıca, Suudi petrol üretimi tarihi zirvesinde öyle ki Libya’nın önemsiz derecedeki petrol ihracatı geçen yaz kesildiğinde batılı ülkeler stratejik rezervlerini kullanmak zorunda kalmışlardı. Bunlardan başka, Uluslararası enerji Ajansı ve ABD Enerji Enformasyon İdaresi, Riyad’ın yedek üretim kapasitesinin 2012 boyunca azalmaya devam edeceğini düşünüyor.
İlave olarak, Hindistan, İran petrolünü almayı durdurduğunda Çin’in de bu yolu takip edeceğine inanmak için pek neden yok. Bruce Loudon’ın bu ayın başlarında The Australian’da belirttiği gibi Pekin sürekli “küresel aykırı” olmanın bedelini bile ödemiş değil. Washington, Pekin’in karşısında hiçbir güce sahip olmadığını defalarca ispatlamıştır. Çin, İran petrolünü satın almayı azaltmış olmasına rağmen birinci müşteri olmayı sürdürüyor. Hindistan, İran pazarından çıktıktan sonra Pekin, İran’dan aldığı petrolü muhtemelen artıracaktır. Böylelikle, müeyyideler Tahran’ı ancak çok az etkileyecektir. Hindistan ise çok şeyden vazgeçmiş olacak.
Hindistan’ın İran’daki tek ekonomik çıkarı da petrol değildir. Hindistan ticaret heyetinin Tahran’ı ziyaretinden önce Ticaret Odasının yayınladığı bilgilere göre ikili ticaret 2010-2011 arasında 13.7 milyar doları buldu ve 2015’e kadar 30 milyar doları bulması bekleniyor. Çin’in Orta Asya’daki altyapı projelerine karşılık olarak Hindistan da İran’ın Kuzey Umman Denizindeki Çabahar limanını demiryoluyla Hajigak üzerinden (bir Hindistan konsorsiyumu Afganistan’ın bu bölgesinde maden işletme imtiyazı almıştır) Türkmenistan, Kazakistan ve Rusya’ya bağlayan “kuzey-güney koridoru” planını büyük bir hızla hayata geçirmeye başladı. Paralel olarak, Çabahar’ı Milak ve Zaranj’a bağlayacak bir otoyolun inşasına da yardım etmektedir.(Zaranj’ı Afganistan’ın Dilaram bölgesine bağlayan 213 km’lik karayolunu da Hindistan Karayolları inşa etmişti.) Çabahar limanı Hindistan yardımıyla genişletildi ve şu an yıllık 6 milyon ton kargo kapasitesine sahiptir ve Hindistan iş dünyası için antrepo hizmeti sunacaktır. Bu güzergâhın stratejik bir öğesi de var; yani Hindistan burayı Afganistan’daki Kuzey İttifakıyla olan bağlarını besleme ve Afgan halkı ve Karzai rejimiyle iyi niyetini pekiştirme kanalı olarak da kullanmaktadır. Hindistan, Kabil’e gönderdiği 100.000 ton gıdayı Çabahar’dan yüklemiştir. Daha önemlisi, Çabahar, Pakistan’ın Gwadar limanındaki Çin varlığını da dış kanatlardan çevirme imkânı sunuyor.
Hindistan’ın İran politikasının ülke içi siyasi mantığı da var ki “laik” Hint yönetiminin kabul etmeye gönülsüz olduğu bir şeydir. Hindistan’daki Şii nüfusu, İran’dan sonra dünyadaki en kalabalık Şii nüfusudur. Hindistan’daki Şii camia, farklı ekolleriyle yerel medreseler çevresinde evrilen altkıtadaki Sünni İslam’ın aksine, İranlı muadilleriyle güçlü bağları koruyorlar. İran’ın dini merkezi Kum’daki teolojik gelişmeleri, beyan ve bildirileri yakından izleyen din adamları için hepten doğru bu. İran yönetimi, Hindistan’daki Şii kurumlarla, siyasilerle ve entelijansiya ile olan kültürel bağlarını özenle besledi ve Hindistan yönetimini İran aleyhtarı politikalar izlemekten men etmek için bu bağlarını siyasi güce tahvil etmektedir. Washington kesinlikle takdir edecektir, işleyen bir demokrasidir bu.
Obama yönetiminin Asya-Pasifik ve Hindistan’a yönelik dış politika ekseni Çin’i kuşatmaktır; Hindistan’ın İran’la yürüttüğü güçlü ilişkiler de bu amaca hizmet etmektedir. Hindistan ve ABD’nin Burma’da keşfettiği üzere, Çin’e dolduracağı bir boşluk bırakmak stratejik ahmaklık ürünü bir harekettir. Hindistan aynı hatayı İran’da tekrarlamaya isteksizdir.
İsrail ve İran sorunlarını bildikleri yoldan tartışarak çözeceklerdir ve Hindistan-ABD ortaklığını bu duruma hele hele İran’ın nükleer çalışmalarına rehin etmenin hiçbir anlamı yoktur. Amerika, Hindistan-İran bağları üzerinde sürtünmeye yol açarak küçük ve bölgesel bir amaca ulaşmak adına daha büyük, kapsayıcı bir stratejik amacı tehlikeye atmış olur.
Yazar hakkında: Yeni Delhi Politika Araştırmaları Merkezi’nde Ulusal Güvenlik Çalışmaları Profesörü; Hindistan Ulusal Güvenlik Danışma Kurulu eski üyesi.
Kaynak: The Diplomat
Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı