Mumbai saldırılarını düzenleyen Leşker-i Tayyibe, Afganistan'da Sovyetler'e karşı faaliyet göstermesi için CIA desteğiyle kuruldu. ABD Hindistan'la nükleer anlaşma imzalayarak ve dolayısıyla Pakistan'ı nükleer silahlanmaya teşvik ederek yeni bir silah yarışına da yol açacak.
Geçen ay Mumbai'de düzenlenen dehşet verici saldırıya bakarak iki saptama yapılabilir: İlki güney Asya'nın dünyanın geri kalanıyla ne kadar içiçe geçmiş olduğu; diğeriyse, Carter yönetiminin 30 yıl önceki yanlış tasarlanmış Afganistan stratejisinin bölge boyunca yankılanmaya devam ettiği. On yıllar süren yıkım, terörizm ve istila, tarihçi Vijay Prashad'ın 'kazan' diye adlandırdığı, içinden intikam peşindeki meleklerin ve şeytanların çıktığı durumu yarattı. Bir an için şunları göz önünde bulundurun:
1) Mumbai'deki terör saldırısını düzenleyen Leşker-i Tayyibe Pakistan'da değil, ABD'nin Sovyetler Birliği'ne karşı savaşının parçası olarak Afganistan'ın Kunar bölgesinde kuruldu. Pakistan istihbaratı ISI koruyucusu olduğu bu örgütü sonradan Keşmir'i işgal eden Hint askerlerine doğru yöneltti; fakat Leşker-i Tayyibe ilk başta Pakistan, CIA ve Suudi Arabistan'ın bir araya getirdiği ve Taliban'ın da aralarında bulunduğu bir dizi Müslüman aşırılıkçı gruptan birisiydi.
NPT risk altında
2) ABD 2001'de Afganistan'ı işgal ettiğinde, Taliban'ı Pakistan'ın kuzeybatısına ve aşiret bölgelerine sürdü.
Taliban 2004'te döndüğünde, ABD isyancılarla savaşmak için bölgeye asker göndermeleri ve sınırı kapatmaları için Pakistanlılara baskı yaptı. Modern tarihte hiçkimse, bölgede yaşayan Peştun aşiretlerini başarıyla kontrol altına alamamıştır ve Pakistan ordusu da kısa süre içinde kendisini kuşatma altında buldu. İslamabad'ın istilası Taliban'ın Afganistan'a sızmasını engellemek açısından hiçbir başarı kaydedemezken, yerel bir 'Pakistan Taliban'ının yaratılmasının da kıvılcımını çaktı; bu örgüt bir dizi saldırı düzenledi ve kısa süre önce İslamabad'daki Marriot Oteli'ni harap ettiler.
3) ABD yıllar boyunca Hindistan'ı geleneksel dış politikası olan tarafsızlıktan uzaklaştırmaya çalıştı. Yeni Delhi'yi özellikle de, Çin'i düşman üsler ve müttefiklerlerle çevreleme kampanyasına katmak istedi. Sağ eğilimli Bharatiya Janata Partisi'nin (BJP) yönetiminde, Hindistan ABD'nin anti-balistik füze sistemine girdi ve mevcut hükümetin altında da Washington'la askeri bağlarını ve işbirliğini genişletti.
Hindistan herşeyin ötesinde, 1998'de nükleer deneme yapmalarından sonra kendisiyle Pakistan'a dayatılan nükleer tecritten kurtulmak istiyordu. İki ülkeye de dayatılan kısıtlamalara göre, Nükleer Tedarikçiler Grubu'nun 45 üye ülkesinin hiçbiri, Nükleer Silahların Yayılmasını Engelleme Anlaşması'nı (NPT) imzalamadıkça bu iki ülkeye uranyum satamıyordu. Bu durum Yeni Delhi için özellikle külfetliydi, zira ülkede kısıtlı miktarda uranyum cevheri bulunuyor.
Beyaz Saray burada bir fırsat gördü: ABD'yle artırılmış askeri bağların yanı sıra Afganistan'a yardım ve yol yapımı için mühendis göndermesi karşılığı, Hindistan'ın NPT'yi imzalamak zorunda kalmadan uranyum cevheri satın almasına imkân tanıyan bir pazarlık. 1-2-3 adlı anlaşma Hindistan'ın sivil programı için uranyum almasına ve iç kaynaklarını silah programı için kullanmasına izin veriyor. Bu durum Pakistan'la Hindistan arasında nükleer silah yarışı başlatmakla kalmayacak; NPT'nin çözülmesine yol açma riski de taşıyor ki, NPT dünya çapında bir nükleer silah yarışını önlemek noktasında hâlâ hayatta olan az sayıda anlaşmadan biri.
Pakistan açısından, ABD'yle Hindistan arasındaki bu 'alışveriş' son derece tehdit edici. Bir yandan, Hindistan'ın Afganistan'daki varlığı İslamabad'ın stratejik derinliğini azaltıyor. 1-2-3 anlaşması da Pakistan'ın enflasyonun yüzde 15'e çıktığı ve gıda alma zorluğunun nüfusun yüzde 86'sına yayıldığı yıkıcı bir ekonomik krizin ortasında, nükleer silahlarını ve füze programlarını geliştirmesi gerektiği anlamına geliyor.
4) Carter ve Reagan yönetimlerinin Ruslara karşı cihadı önce mücahitlerin Afganistan'a sızmasına yardım edecek herkese, sonrasındaysa 2001'deki Amerikan işgalini destekleyecek herkese arka çıkmaya dönüştü. Bu, Muhammed Ziya ül Hak ve Pervez Müşerref gibi demokrasiyi ezecek ve feodal destekçilerinin cebini altınla dolduracak askeri diktatörleri desteklemek anlamına gelse bile öyle olacaktı. Sonuç pek tabii ki, bazıları nihayetinde Dünya Ticaret Merkezi ve Pentagon'u patlatan aşırılıkçı grupların kök salması ve hükümet üzerinde zayıf sivil kontrol oldu.
5) Bush yönetiminin Hindistan'a kur yapmasının bir parçası da, dünyanın en tehlikeli alevlenme noktalarından biri olan Keşmir'i görmezden gelmekti.
Hindistan ve Pakistan'ın, Keşmirlilerin Hindistan'ı mı, Pakistan'ı mı yoksa otonomiyi mi tercih ettiklerine karar vermelerini sağlayacak BM destekli referandumu reddetmesi, kötücül bir tali savaş başlattı. ISI Keşmir'deki Hint askerlerine saldırsınlar diye savaşçıları sızdırdı ve Hint askerleri buna vahşi bir baskıyla yanıt verdi. Geçtiğimiz ağustosta, Hint ordusu Keşmir tarihindeki şiddet içermeyen en büyük gösterileri gaddarca bastırdı. Son 20 yılda yaklaşık 80 bin kişi öldü ve bölge Hindistan çapında terör saldırılarına neden oldu.
'Kazan' patlamak üzere
Pakistan ve Hindistan karşılıklı sıkıntıyla dolu uzun bir tarihe sahipl, fakat iki ülke de ABD ve müttefiklerinin yörüngesine çekildikçe bu sıkıntılar daha tehlikeli hale geliyor. 1999'daki Kargil sınır olayında iki ülke nükleer bir 'takas'a fazlasıyla yaklaştılar ve her ikisinde de, nükleer savaş ihtimalinden gayet açık bir şekilde dem vuran unsurlar var. 1-2-3 anlaşması ve ateşleyeceği nükleer silah yarışı, Hindistan-Pakistan ilişkilerini oluşturan hassas 'kazan'a bir başka patlayıcı madde daha atıyor.
Bugüne dek, iki ülke de Mumbai saldırılarına ölçülü yanıt verdi. Hindistan Pakistanlıları saldırıların arkasında olmakla suçladı, ama doğrudan bağlantıyla itham etmedi. 2001'de parlamentosuna düzenlenen terörist saldırının ardından yaptığı gibi herhangi bir açık askeri adımdan da kaçındı.
Mumbai saldırısıyla herhangi bir resmi bağlantıyı reddeden Pakistan'sa, Leşker-i Tayyibe'nin eğitim kampına baskın düzenledi ve görünüşe göre örgütün bazı liderlerini tutukladı. Pakistan Devlet Başkanı Asıf Ali Zerdari saldırganları 'medeniyet düşmanları' diyerek kınadı ve Hindistan'a, "Mumbai'de kargaşa yaratan, geçmişte New York, Londra ve Madrid'e saldıran, İslamabad'daki Marriot Oteli'ni yok eden töreristleri yakalamak için birlikte çalışma" çağrısında bulundu.
İki ülkedeki sol partiler de itidal çağrısı yapıyor. Hindistan'daki Komünistler hükümetlerinin Hint Hava Kuvvetleri'ni değil BM'yi dayanak olarak almalarını istiyor ve Pakistan'daki Komünistler de 'her tür aşırılık ve terörizmle savaşmaya ortak bağlılık' çağrısında bulunuyor.
Zerdari yapıcı davranıyor
Fakat iki tarafta da Hindistan'la Pakistan'ın birbirlerinin boğazlarına çökmesinde avantaj gören aktörler var. Leşker-i Tayyibe ve diğer aşırılıkçı Pakistanlı grupların en çok istediği şey, Hindularla Müslümanlar arasındaki kutuplaştırmayı artırmak. BJP içindeki Hindu aşırılıkçılar ve yarı faşist Rashtriya Swayamsevak Sangh gibi Hindistan'daki ideolojik muadilleri de aynısını istiyor. BJP 'ulusal güvenlik' meselesini şimdiden seçim kampanyasının merkezine oturttu ve partinin genel sekreteri, Hindistan'ın tıpkı Bush yönetiminin 11 Eylül sonrası yaptığı gibi yanıt vermesi çağrısında bulundu.
Hindistan'ın önde gelen araştırmacı gazetecilerinden ve geçen yıl Asya'nın Pulitzer Ödülü sayılan Ramon Magsaysay Ödülü'nü alan P. Sainath, böyle bir yanıtın delilik olacağını söylüyor.
Sainath, Amerika'nın 11 Eylül'e verdiği karşılığın iki felaket savaş, yaklaşık bir milyon ölü ve Irak savaşı için 3 trilyon dolarlık bir fatura olduğuna işaret ediyor. Savaş ve intikamdan söz edilmesi yerine, iki tarafın yapabileceği en önemli şeyin, 'zorbaları amaçlarına ulaşmaktan alıkoyacak' şekilde
davranmak olacağını söylüyor.
Sainath bu bağlamda, dini ve etnik çizgilerde kutuplaşmaya karşı koymayı kritik önemde görüyor. Ve Bush yönetiminin 11 Eylül'ün ardından yaptığı gibi 'anayasanın altını oymak' yerine, 'şovenizmin ve aşırı milliyetçiliğin' ufalanması çağrısında bulunuyor.
New York Times'daki makalesinde Zerdari de şöyle diyor: "Pakistan'la Hindistan arasında ihtilaf, nihayetinde de bir medeniyetler çatışması çıkarmaya çalışan karanlık güçlere karşı en iyi intikam, uzlaşmak ve yakınlaşmaktır."
Amerikalılara gelince; Güney Asya'yı cehennemin eyiğine getiren intikam peşindeki meleklerin ve karanlık şeytanların serbest kalmasındaki rolümüzü inceleme zamanı gelmedi mi?
(ABD merkezli internet sitesi, 17 Aralık 2008)
Kaynak: Radikal