Futbolda, şimdi değişti mi, başka bir şey mi söyleniyor, bilmiyorum, ama eskiden 'obstrüksiyon' derdik, yani topla rakip oyuncu arasına girip rakibin topa ulaşmasını engellemek (ama topa da değmemek) eylemi 'faul' sayılır. Bugünlerde Fransa'ya ve özellikle Sarkozy'nin davranış biçimine baktığımda, Türkiye ile AB arasında sürekli bir 'obstrüksiyon' eylemi içinde olduklarını görüyorum.
Bugünlerde gene böyle bir girişim içinde bir metne 'katılım' kelimesinin konmasının önüne ('obstrüksiyon'la) geçerek küçük çapta bir zafer kazandılar.
Geçtiğimiz hafta sonu bir konuşma vermek ve bir toplantıda bulunmak üzere Paris'e gitmiştim. Hayat zenginliklerle dolu ve insan ha bire yeni yeni bir şeyler öğreniyor. Bu da böyle oldu. Oturumun soru-cevap faslına geldiğimizde, 'hâzırûn'dan önce bir hanım, sonra da bir bey söz alıp aynı soruyu sordular. Soru, özetle, bizden çok Orta Asya'daki akrabalarımızı ilgilendiriyor. Diyorlar ki, "Siz zaten yeterince kalabalıksınız.
Ama bir de Orta Asya'daki Türkik toplumlar var. Siz AB'ye üye olursanız, onlar da AB'ye girmeye kalkışmaz mı?"
Hani, 'bir yaşına daha girmek' diye bir deyim vardır. Bunu duyunca ben de bir yaşıma daha girdim. Türkiye'ye çıkarılan ilk 'obstrüksiyon', yıllar önce, 'siyasi ölçütler'e uymakla ya da uymamakla ilgiliydi. 90'lara geldiğimizde 'kültürel etmenler' söz konusu olmaya başladı. Kültürel değerlerimiz uyuşuyor muydu? Derken bizim nüfusumuzu dillerine doladılar. Çeşitli Avrupa ülkelerine dağılmış 3-4 milyon Türk'ü başlarından atmanın çaresini bulamazken, bunlardan 75 milyon tanesi daha 'üye' sıfatıyla karşılarına çıkarsa, ne yapacaklar?
Bununla aynı zamanlarda 'komşularımız' sorun oldu. 'Türkiye, AB'nin parçası olursa, Suriye, Irak ve İran komşumuz olacak. Bunu istiyor muyuz?' Sanki New York'ta Ticaret Merkezi'ne çarpan uçaklar Toronto'dan kalkmıştı.
Ama baktım ki iş şimdi 'komşu'ları da aşmış, uzak akrabalarımıza dayanmış. Soru soranlardan kadın olanı sorusunu sade, günlük dil içinde formüllemişti ama adamın entelektüel donanımı yerindeydi. Yakutlar'a kadar götürdü işi. Türkiye Cumhuriyeti'nin resmi söyleminde bu adamlarla kardeşliğini ilan ettiğini ve ülkede ciddi bir pan-Türkist eğilim olduğunu da ekledi.
Yani bir gireceğiz Avrupa'ya, bir ucundan, biraz duruma intibak ettikten sonra, 'Yahu, benim bir de kardeşim vardı, iyi çocuktur. Gelsin şu köşeciğe sığınsın, hiç ses sedası çıkmaz' diyeceğiz. 'Duydunuz mu, eniştem geldi? Hay Allah, nereden de öğrenmiş burada olduğumu?..' Böyle sürüp gidecek yani: bir Azeri, ardından bir Kara Kalpak, bir Yakut, bir Samoyet...
Böyle bir komik oyun falan yazılabilir de, uluslararası ilişkilerde pek olası görünmüyor. Fakat anlaşılan adamların gözünü korkutmuşuz.
'Bunlar her şeyi yapar' diye bakıyorlar.
"Şimdiye kadar" dedim orada, "AB'ye uygun görülmüyorsak, bunun nedeni bizim kendi standartlarımızın yetersizliğidir diye düşünüyordum. Bunun sorumlusunun Kırgızlar, Kazaklar olduğunun hiç bilincinde değildim."
Galiba bir yerlerde bir ofis var; oranın çalışanları her gün oturup 'Türkiye'nin AB'de olmaması için bir neden daha' düşünüyor. Kimi Türk, bu çalışanların, kimi de Avrupalı.