AB nihayet Kudüs'ün yolunu buldu

AB dışişleri bakanları geçen hafta İsveç'in enerjik dönem başkanlığı sayesinde, Filistin ve İsrail'e yönelik kapsamlı politika belgesi üzerinde anlaştı. Gerektiği kadar iyi bir belge olmadı. İsrail dışişlerinin talimatıyla hareket ettiği izlenimi veren İtalya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti ve Romanya, orijinal metni sulandırmaya gayret etti. Fakat geriye kalan belge yine de gayet iyi.

Bakanlar kapsamlı bir İsrail-Filistin barışını amaçlayan müzakerelerin, belli bir zaman çerçevesinde, acilen tekrar başlatılması çağrısında bulundu. Başka yönde bir anlaşma olmadıkça sınırları Kudüs de dahil 1967 öncesine dayanan bağımsız bir Filistin devletine bağlılıklarını ortaya koydular. Filistin Yönetimi'yle ilişkilerini geliştirme ve devlet kurumları inşa etme planına yardımcı olma sözü verdiler.

ABD'nin tutumu belirsizleşti
Bunun yanında müzakerelerin sonunda Kudüs'ün hem İsrail hem Filistin'in başkenti olması, Filistin'in Gazze, Batı Şeria ve Doğu Kudüs arasında bölünmesinden kaçınılması, Filistin seçimlerinin düzenlenmesi ve elbette, İsrail'in yerleşim faaliyetinin sona ermesi gerektiğini savundular. Peki iş burada bitiyor mu? Bu noktaya gelmek için sergilenen onca yorucu çaba ve çıkarılan yaygaranın ardından, bakanların bir süre için arkalarına yaslanabileceklerini düşünmeleri mazur görülebilir.

Fakat Brüksel'den yapılan açıklama diplomatik faaliyetin sonu değil, başlangıcı olarak görülmeli. Avrupa'nın iki şeyi yapmak konusunda elini çabuk tutması gerekiyor.

Birincisi, söz konusu belge sadece AB'nin İsrail ve Filistin'le ilişkilerinin değil, bir anlaşmayı teşvik etme çabası çerçevesinde uluslararası ortaklarla yürüteceği mesainin de temeli olmalı. Duyarlı Avrupalılar, Obama'nın Kahire konuşmasından bu yana tutumu giderek belirsiz hale gelen ABD'nin bir anlaşmaya varacak çabaları seferber etmek bakımından öncü bir rolü olduğunu kabul ediyor. Fakat bu Avrupalıların ABD'ye nerede durduklarını anlatamayacağı manasına gelmiyor.

Avrupa'nın ortak dış politika ve güvenlik politikasından sorumlu yüksek temsilcisi Barones Ashton Washington'ı AB belgesini desteklemek konusunda cesaretlendirmeli ya da fikir farklılıkları bulunduğunu açıkça ifade etmeli. Bilhassa bir ilerleme takvimi oluşturmanın önemi vurgulanmalı. Ashton haliyle artık, eskiden ABD, BM, Rusya ve üç AB üyesinden oluşan 'Ortadoğu Dörtlüsü'ndeki tek AB temsilcisi olacak. En son açıklama, bu cılız yapının gelecekteki toplantılarında AB'nin gündemini üretmeli.

İkincisi, Avrupa Filistin'in parçalanmasının önüne geçilmesi ve işleyen bir Filistin yönetiminin kurulması konularında bilhassa değerli bir rol oynayabilir. Avrupa gelecek yılki Filistin seçimlerinin hazırlanmasına yardım etmeli ve seçimi denetlemeli. Avrupalıların sürecin adil ilerlemesi halinde sonuçları kabul edeceğini açıkça beyan etmeliyiz. Tercihimiz bir ulusal birlik hükümetinin ortaya çıkması olmalı. Daha da ileri gidip, bir ateşkesi biçimde desteklemesi ve geçmişteki taahhütlerine bağlı kalması durumunda (yazık ki İsrail bunu yapmış değil) böyle bir hükümetle temas kuracağımızı ve onu destekleyeceğimizi söylemeliyiz. Dahası, böyle bir hükümetin İsrail'le bir anlaşmayı müzakere etmesini ve olası bir anlaşmayı bütün Filistinlilerin oyuna sunma işini yerine getirmesini teşvik etmeliyiz.

AB, Filistin'de devlet kurumlarının oluşturulması ve İsrail'in ablukası ve diğer politikaları nedeniyle hayatları zorlaşan Filistinlilere insani yardım sağlanması konusunda Norveç ve diğerleriyle birlikte çalışmaya da devam etmeli. Fakat bunun, İsrail'in Filistin işgalinin maliyetini sırtlanacak ucu açık bir taahhüt olamayacağını da açıkça ifade etmeliyiz. Şu an işgalin sonuçlarının faturasını büyük oranda uluslararası bağışçılar ödüyor. Geçen yıl AB ve üyelerinin ödediği para neredeyse 1 milyar avroya çıktı.

Bağışçılar bu harcamayı daha ne kadar haklı gösterebilir? İsrail başbakanının dediği gibi, yerleşim inşaatlarına devam ettiği ve yaşayabilir bir Filistin devletine yönelik anlaşmayı neredeyse imkânsız hale getirdiği takdirde, uluslararası toplum öylece omuzlarını silkip çeklere imza atabilir mi?

Avrupa Komisyonu üyesi olarak beş yıl boyunca Filistin'de Avrupalı seçmenler ve vergi mükellefleri adına harcadığım para, kanla sulanmış bu topraklarda yok olup gitti. Parası Avrupalı vergi mükelleflerinin cebinden çıkan birçok proje İsrail ordusu tarafından yerle bir edilmiş durumda. Avrupa'nın bölgedeki rolü inatçılığın ve orantısız güç kullanımının bedelini ödemek mi?

Kudüs ilgisi sürmeli
Avrupa'nın açıklaması bir yanıyla, İsrail tarafından ilhakı AB hükümetleri tarafından hiçbir zaman kabul edilmeyen Kudüs'e de değiniyor. Bu vurgu, Avrupa başkentlerinin Kudüs'teki Arapların taciz edildiğine dair konsolosluk raporlarından duyduğu endişeye dayanıyordu. Avrupa hükümetleri Kudüs'teki başkonsoloslarından AB dışişleri bakanlarına düzenli rapor vermesini istemeli ve İsrail gazetelerine cımbızlama usulü sızdırmak yerine, bu raporların bir özetini yayımlamalı.

Avrupa için böyle bir gündem, müzakerelerin tekrar rayına oturtulmasına yardımcı olabilir. İsrail'le Filistinliler arasındaki mevcut kapışma, kalıcı bir barışın temeli olamaz. Kayıtsızlık ve umutsuzluk seçenek değildir. (Uluslararası Kriz Grubu'nun eşbaşkanı ve Avrupa Komisyonu'nun eski dış ilişkiler sorumlusu, 14 Aralık 2009)

Kaynak: Radikal