AB Anayasası' nezaketen oylanacak

 İrlandalıların da Lizbon Anlaşması'nı reddetmesiyle birlikte AB Anayasası fikrinin yakında öleceği kesinleşti. Liderler anlaşmayı referanduma sunma sürecinin devamında nezaketen ısrarcı olsa da, anayasa fikri Fransa ve Hollanda'daki ret oyundan sonra rafa kaldırılmalıydı

Bir fikrin ölmesi uzun zaman alabilir. Özellikle de bunun birleşik bir Avrupa'yla ilişkisi varsa. Kutsal Roma İmparatorluğu'nu ele alın. Şarlman'ın imparator olarak taç giydiği 800 yılında, 2. Francis'in tahttan feragat ederek imparatorluğu lağvettiği 1806'ya kadar 1006 yıl hayatta kaldı. Bununla mukayese edersek Avrupa Anayasası cılız ve kısa ömürlü kalmakta. Anayasa fikri ilk olarak yaklaşık dokuz yıl önce AB'nin Orta Avrupa'daki eski komünist ülkeleri içeren planlı genişlemesine yanıt olarak gündeme getirilmişti.
Liberal Demokratların lideri olarak Paddy Ashdown bu fikri Avam Kamarası'na ilk taşıyanlar arasındaydı. Mart 1999'da Tony Blair'e (dönemin başbakanı) 'Avrupa için yeni anayasal anlaşma' fikri hakkında ne düşündüğünü sormuştu. Blair'in yanıtı "İtiraf etmeliyim ki, tüm Avrupa için yeni bir anayasa kaleme almaya çalışmak konusunda tereddütlerim var ve saygıdeğer bir beyefendi başka ülkelerin de bu noktada çekingen olacağını görecektir" şeklindeydi. Ancak o kadar da çekingen çıkmadılar ve 2001'de tam da bunu kaleme almak için bir konvansiyon oluşturdular. Ama Blair'in gönülsüzlüğünün de ne kadar
doğru olduğu ortaya çıktı.

Halk anayasa fikrini sevmiyor
Elbette anayasa fikri henüz tıbben ölmedi ama yakında böyle olacak. Bir kere daha baştan yanlış tasarlanmış bir fikir.
2. Dünya Savaşı'nın ardından Avrupa Topluluğu'nu yaratan bürokratik seçkinlerin kıymetli projesi olan federal bir Avrupa'ya dair, daha eski fikrin son nefesi olarak gündeme geldi. Söz konusu seçkinler için AB'nin üye sayısının dört yıl önce 15'ten 25'e çıkması kendi tarihsel görevlerini tamamlamak için bir bahaneydi. Geri kalanlarımız içinse bahsettiğimiz genişleme yeni bir anayasanın gereksizliğinin kanıtıydı.
Britanyalı bakanların söylediğine göre anayasa çalışmaları çeki düzen vermeye yönelikti. Başlangıçta altı üye için tasarlanmış kurumların daha etkin çalışmasını sağlamak içindi. Bunun dışında, genişleme öncesi ister verimli ister verimsiz çalıştığını düşünsek bile, AB, 1 Mayıs 2004'ten (genişleme tarihinden) sonra belirgin biçimde farklı görünmüyor. Genişlemeyle birlikte bürokratik bir kilitlenme yaşanmadı. Avrupa Konseyi'nin daimi başkanı olmadığı için, tasarruflu elektrik ampülleri üzerinde anlaşmaya varamadıklarından şikâyet ederek Brüksel sokaklarına saçılıp, bakanları ve yetkilileri hayalkırıklığına uğratmadık. Elde ettiğimiz şey, yarım milyon Polonyalı'nın bizim kabuksuz meyvelerimizi toplaması ve destansı düzeyde ev harcamaları gerçekleştirmesi.
Fransız ve Hollandalı seçmenler 2005 yazında anayasayı reddettikleri zaman bunun sonu gelmeliydi. Oysa cesedi buzdolabına koydular. Modern zamanların Kutsal Roma İmparatorluğu olan 'Avrupa fikri'ne nezaketinden Blair anayasanın öldüğünü söylemeyi reddetti. Kıta Avrupası'ndaki meslektaşlarımızsa onun bu övgüsüne Britanya yaklaşımını benimseyerek karşılık verdi. Bunun doğru olduğunu söylediler. Halkın anayasada hoşlanmadığı şey bunun bir anayasa olmasıydı. Böylelikle tüm federalist emelleri sıyırıp, çeki düzen vermeyi ve etkinleştirmeyi elde tuttular. Bir ülkenin altı aylık dönem başkanlığı yerine 2,5 yıl görev yapacak bir başkan getirilirken, nitelikli oy çokluğu sisteminde de Britanya'nın söz hakkını artıran bazı değişiklikler yapılıyordu.
Tüm bunlar gereksizdi zira genişleme zaten gerçekleşmişti ve tasarruflu elektrik ampüllerine dair direktifler mutlu mesut biçimde kabul ediliyordu. Avrupa karşıtı saplantılı şahsiyetlerin komplo teorilerinin aksine, Britanyalıların çoğu da dahil olmak üzere, Avrupa vatandaşlarının büyük kısmı Lizbon Anlaşması'nın getirdiği reformların anayasa düzeyine varmadığını kabul etmişti. Geçtiğimiz ağustosta Daily Mail gazetesi sebebi bilinmez biçimde şoke edici bir anket sonucunu birinci sayfasına koymaktan geri durdu. Anket. "Gördüklerinize ve duyduklarınıza dayanarak, yeni anlaşmanın AB için bir anayasa oluşturup oluşturmadığını düşünüyor musunuz?" diye soruyordu. Katılımcıların yüzde 44'ü bunun anayasa oluşturmadığını söylerken, oluşturdu-
ğunu söyleyen yüzde 24'lük kısımsa fikri olmayanların (ya da umursamayanların) bile ardından geliyordu.
Lizbon Anlaşması'nın anayasa olmaması onun oya sunulmaması için bir sebep teşkil etmiyor. Irish Times gazetesinin anketine göre yüzde 30'la İrlanda'da anlaşmaya 'hayır' oyu atılmasının arkasındaki en önemli sebip, "Ne için oy kullandığımı bilmiyorum/Bunu anlamıyorum" biçiminde. Referanduma dair bazı haberlerde bunun İrlanda'yı kötü gösterdiği ima edildi. Oysa tam aksine, sonuç tamamen akılcı. Lizbon Anlaşması'nın taraftarları bunun getirilerini açıklayamıyorsa, hem de Avrupa'daki en AB yanlısı seçmenlere bunu anlatamıyorsa, o halde anlaşma onaylanmayı hak etmiyordur.

Baştan beri kusurlu
Bu, en başından beri var olan ölümcül bir kusur. Anayasa referandumlarda Avrupa halkının desteğini almaya muktedir bir belge olarak tasarlanmadı. Sulandırılmasına ve AB üyeliğinden çok fayda sağlayan seçmenlerce sınanmasına rağmen anayasa fikri demokrasi sınavından geçemediğine göre artık gerçekten nihayete ermiştir. Bu nedenle Britanya Başbakanı Gordon Brown ve Dışişleri Bakanı David Miliband'ın tepkileri o kadar tuhaf geliyor. Üç yıl önce Blair'in nezaketine ihtiyaç duyulmasını anlıyorum ama Brown ve Miliband'ın Britanya'da onay aramaya devam etmekte ısrar etmesi neden?
İkisinin isimlerini ayrı ayrı zikrediyorum çünkü hesapları biraz farklılık arz ediyor. İşleri idare edecek olan Brown ve o, Brüksel'de sevgili projelerinin bu sefer diriltilemeyeceğini söyleyerek diğer liderleri gücendirmek istemiyor olabilir. Miliband farklı bir topluluğa seslenecek, hep adaylardan ve liderlik kampanyalarından bahseden İşçi Partili vekillere konuşacak. İşçi Partililer Miliband'in her televizyona çıkışını başbakanlık potansiyelinin kanıtı olarak izliyorlar. Bugünkü anketimizse onlar için ıstırap verici derecede muğlak zira yüzde 40-41'lik kesimin Miliband ya da Alan Johnson'ın Brown'dan daha iyi başbakan olacağını düşündüğünü göstermesine rağmen daha büyük bir kesim karşıt fikirde. Yani Miliband'ın halkın kendisi hakkındaki 'ayrı dünyalarda biri' algılamasını güçlendirme kararı açıklanamaz. Miliband çıkıp, "Her ülkenin kendi onaylama sürecinin sonunu getirmesi gerektiği yönündeki görüşümüzü takip etmenin doğru olduğunu düşünüyorum" demeyi seçti. Bu, yanlış cevap. Büyük bir hata. Kutsal Roma İmparatoru çıplak.

Kaynak: Radikal