7 Harika 7 İklim

Dünyanın yedi yapay muhteşem sanat eseri fikrini ilk defa ortaya atan kimsenin ünlü Yunanlı tarihçi Herodot (M.Ö. 5.yy.) olduğu kabul edilir. Bir yüzyıl sonra Bodrumlu tarihçinin fikrini, yedi muhteşem sanat eseri listesi oluşturmakla Sidonlu Antipatros gerçekleştirmiştir. Tabii ki, dünyanın yedi harikası olarak belirlenen eserler, Yunan eserleriydi.

 

“Tabii ki” dedik, çünkü o devirlerde dünyanın coğrafi bilgisi çok sınırlıydı; dünya, Hindistan’dan Portekiz’e uzanan ve yedi iklim kuşağından oluştuğu sanılan çok sınırlı bir kara parçasıydı. Her millet, kendi ülkesini dünyanın merkezi kabul ederdi; dünyanın merkezi, Yunanlılar için Yunanistan, İranlılar için İran, Çinliler için Çin’di. Bu merkez anlayışının, ilk bakışta o günkü coğrafya bilgisine dayanan jeosantrik bir anlayış olduğunu düşünmeliyiz. Ancak bu, o günkü merkez anlayışının aynı zamanda etnosantrik bir anlayış olmadığı anlamına gelmediğini de bilmemiz gerekir. Dünya hiçbir zaman ideolojik ve manevi değerlendirmelerden uzak kalmamıştır.

 

“Işık Doğu’dandır”; Fenikeliler, Ege sularından ötesine ve Yunanistan’a “Karanlık” anlamına gelen Avrupa ismini takmaları, hatta Müslüman bilginlerin “Daru’l-İslam” ve “Daru’l-Harb” ayırımı dünyaya ideolojik ve manevi bakışın ilk akla gelen birkaç örneğidir. Eski Yunan bilginlerinden Müslüman bilginlere birçok bilgin insanların bünyevi farklılıklarını, karakterlerinin çeşitliliklerini ve kültürel zenginliklerini hep coğrafya ve iklim şartlarıyla açıklamışlardır. Bunları kabul edersiniz veya etmezsiniz; ama bir şey var ki, geçmişte olduğu gibi bugün de güçlü olan milletler kendilerini merkez kabul etmekte ve dünyaya bu açıdan bakmaktadırlar. Kitlelerin insanlık tarihi konusundaki cahilliği bu bakış açısının tek doğruluk referansıdır. İnsanlar bilgilendikçe, jeo-etnosantrik dünya anlayışı da buna bağlı olarak her geçen gün anlam kaybına uğramaktadır. 

 

             

Avrupa merkezli dünya anlayışına sahip 19.yüzyılın birçok Avrupalı bilgin, Avrupa medeniyetinin temelini Yunan medeniyetinin oluşturduğunu söylüyorlardı ve mirasçıları olmakla övündükleri Yunanlılar için övünmenin bir gerekçesi olarak da bir mucizeden, “Yunan Mucizesi”nden söz ediyorlardı. Bilim, felsefe, sanat ne varsa, mucizevî bir şekilde Yunanistan’da ilk olarak ortaya çıkmış. Bu hayali tarih anlayışını, doğuya hayran olan Eflatun ve Aristo gibi bizzat Yunanlı bilginlerin eserleri yalanlamıyordu; bir yüzyıl bile geçmeden çağdaş batılı tarihçiler yalanladılar. Yunanlı kabul edilen bazı düşünürler, aslen Yunanlı bile değildi; örneğin Yeni Eflatunculuğun gerçek kurucusu kabul edilen Ammanius Saccas, adından da anlaşılacağı gibi Hindistan’dan gelme bir Hindistan Saka’sıdır. Aristo’nun Avesta üzerine bir eser yazdığını bilmekteyiz; ancak eseri bugün elde değildir. Batılılar o kadar hayalperest bir tarih anlayışına sahip olmuşlardır ki, dinleri Hıristiyanlığın doğu kökenli olduğunu bile zaman zaman unutmuşlardır. Gerçi aynı hayalperest tarih anlayışıyla, Kant’ın belirttiği gibi, Hz. İsa etrafında o kadar hayal üreterek onu tarihi bir şahsiyet olmaktan çıkarmışlardır; E.Renan gibi papazlık yapmış bazıları da daha da ileri giderek, böyle ülküsel ve hayali şahsın gerçek bir şahıs olamayacağını ileri sürerek hem Hz. İsa’nın tarihi şahsiyetini inkar etmişlerdi hem de bu inkarla da aynı zamanda Hz. İsa  merkezli oluşturulmuş tarihi yalanlamışlardır. Farklı bakış açılarından olsa da, 20 yüzyılın Gustave le Bon, Nietzsche, E. Husserll, A. Toynbee gibi bazı bilginleri batıların bu tarih krizini ele alıp eleştirmişlerdir. Sözü daha fazla uzatmadan “Dünyanın 7 Harikası “ meselesine tekrar dönelim.

             

Bilindiği gibi, 07.07.07 günü dünyanın 7 harikası, Portekiz’in başkenti Lizbon’da görkemli bir törenle açıklandı. Bu seferki tespit edilen yedi harika, önceki tespit edilen harikalardan çok farklıydı. Bu da bize yukarıda işaret ettiğimiz insanlığın tarih konusunda uyanmakta olduğunun bir göstergesi olduğunu anlatmaktadır. Bugüne kadar tespit edilen  yedi harika, hep Firavun ve Greko-Roma zihniyetinin eserleriydi: Piramitler, Zeus Heykeli, Ayasofya…..gibi. Yeni yedi harika, gerçekten harika bir seçimle tespit edilmiş: Mayaları temsil eden Chichen Itza (Meksika), İknaları temsil eden Machu Picchu (Peru), Çinliler temsil eden Çin Setti, Nebatileri temsil eden Petra antik kenti (Ürdün), Hind Müslümanlarını temsil eden Tac Mahal, Romalıları temsil eden Kolezyum (Roma), Hıristiyanları temsil eden Kurtarıcı İsa Heykeli (Brezilya). Farklı coğrafyalardan, farklı kültürlerden ve faklı zamanlardan yedi harika. Görüldüğü gibi seçim, gerçek yedi iklim ve yedi kültür dünyasından yapılmıştır.

            

 

Yüz milyonu aşkın katılımcının oylarıyla belirlendiği söylenen bu tespite, Firavun ve Greko-Roma zihniyetinin temsilcileri olan bazı kurum, kuruluş ve kişiler itiraz ettiler. Turizm çıkarlı olabileceği tahminiyle Mısır hükümetinin tepkisini az-çok anlayabiliyoruz. Ama asıl varoluş amacının dünya kültürel mirasını korumak ve yaşatmak, demokrasiyi geliştirmek olduğunu bildiğimiz BM örgütüne bağlı UNESCO gibi kurumların itirazını anlamada zorlanıyoruz. Görünürdeki itiraz gerekçeleri, yedi harika listesi, sadece oylamaya katılanların görüşlerini yansıtıyormuş. Ya neyi yansıtacaktı? Demokrasi, seçim yoksa bireylerin özgür iradeleriyle yaptıkları tercihleri ve beyanları değil midir? Eğer seçilen bu yedi yeni harikanın hepsi Firavun ve Greko-Roma kültürü kalıntıları olsaydı, merak ediyoruz, yine de itiraz ederler miydi?

 

Bize göre her kültürün, her devrin, her sanatkârın kendine has kıymetli eserleri vardır; kişiler şahsi tercihlerine ve zevklerine göre onlardan bazılarını bazılarından daha değerli görebilirler. Bundan daha doğal bir şey de olamaz. Yeni yedi harikaya yapılan itirazlara, küreselleştirmenin tamamlayıcı yeni bir boyutu olarak sanat ve estetikte küreselleştirme istemi gibi bakmak gerekecek herhalde.