32 darbe görmüş ülkede deprem

Haiti trajedisinin öncesi ve sonrası, mühim dersler ve ibretlerle dolu. Depremi müteakip çıkarma yaparcasına, birçok ülke Haiti'ye hemen asker ve yardım gönderdi.

BM Haiti Özel Temsilcisi Bill Clinton, yardım çalışmalarını yerinde gözlemlemek için, CNN'in şu haliyle "yeryüzündeki cehennem" diye nitelediği Haiti'yi mesken tuttu. Haiti Devlet Başkanı Rene Preval, deprem sonrası ülkesine yiyecek ve asker göndermeye koşan dünya kamuoyuna teşekkür ederken, diğer yandan da dikkatleri bambaşka bir yöne çekti: "Haiti depreminin yaralarını sadece pansumanla iyileştiremeyiz; ülkenin daha derindeki sorunlarına yönelmeliyiz; demokratik kurumları yeniden ama daha güçlü inşa etmeliyiz!"

"Batı'da kanat çırpan bir kelebek, artık Doğu'da bir fırtınaya sebep olabiliyor". Uzun süre ihmal edilen şeyler, sorumlu veya sorumsuz herkese zarar verebiliyor. Böylesi bir dünyada gözünü ve gönlünü kapatan ancak kendisine gece yapıyor! Zira, küreselleşen dünyada artık hiçbir şey uzakta olmuyor; küçük bir köyün alt veya üst mahallesinde oluyor. Yeryüzünün aşırı fakirliğe ve sefalete terk edilmiş, atık madde ve sürgün yeri haline getirilmiş, adaletsizliğin hüküm sürdüğü, terör ve vahşet yuvasına dönüşmüş bölgelerinin sorunları dönüp dolaşıp dünyanın en emniyetli sanılan "refah adalarını" da vuruyor. Artık bu devirde hiçbir sorun "millî" bir sorun değildir; tabii felaket, hava kirliliği, terörizm, AIDS, domuz gribi ve Gazze sorunu gibi. Bazı kesimler, doğru veya yanlış, okyanuslarla çevrili, ulaşması zor, dolayısıyla askerî olarak en korunaklı olarak bilinen Amerika'yı kalbinden vuran elim 11 Eylül terör eylemini, dünyada haksızlığa ve adaletsizliğe karşı biriken bir "hiddetin" boşalması veya uzantısı olarak görmektedir. Haiti'nin zaten içeriden ve dışarıdan anti-demokratik müdahalelerle yüzyıllardır sallanan fizikî, hukukî, ekonomik ve siyasî alt ve üst yapısı bu depremle tamamen çökmüştür. Haiti, yönetimi ve ekonomisiyle Amerika'nın dibindeki Afrika'dır. Bu depremle adeta geleceği kararan milyonlarca Haitili, komşuları Dominik Cumhuriyeti'ne veya ABD'ye akın etmektedir. Amerika, kendisine sığınacak milyonlarca mülteciye pek sıcak bakmamaktadır. Onlarla beraber, salgın hastalığın, teröristlerin, istikrarsızlığın ülkeye sızacağından endişe etmektedir. Amerika, bu sevimsiz kaygısını örtbas etmek için, ülkesinde illegal olarak bulunan 200 bini aşkın Haitiliye vatandaşlık tanıyacağını duyurmuştur. Anlaşılan, Amerika (ve dünya) arka mahallesindeki "mezbeleliklere" yıllarca gözünü kapamasının bedelini ağır ödeyecek.

iktidar savaşının faturası masum halka

Amerika kıtasında Fransızca konuşan tek bağımsız ülke olan Haiti'de nüfusun % 95'i Afrika kökenli zencidir. Latin Amerika'da ilk siyahî ağırlıklı bağımsız devlet Haiti'dir. Fransa'dan bağımsızlığını 1825'te 90 bin altın franka kazanan Haiti, bir köle isyanı sonucu doğmuştur. Ancak yüz yıllardır esaret içerisinde yaşayan bu topluluk, birdenbire efendi olunca, kendisini yönetmekte zorlanmıştır. Siviller ve askerler arasındaki bitmek tükenmek bilmeyen iktidar savaşları, şimdiye kadar 32 askerî ihtilale neden olmuştur. Darbelerle zayıflayan ülkenin yönetsel ve ekonomik yapısında, yeri gelmiş bir avuç Suriyeli azınlık ihtilal yapabilmiş; 200 kişilik bir Alman varlığı uzun yıllar ülke ticaretinin % 80'ine hükmetmiştir. 1911-15 yılları arasında, ülkeyi 6 değişik devlet başkanı yönetmiştir; zira hepsi askerî bir darbeyle ya sürgüne gönderilmiş, yahut idam edilmiştir. İç kargaşalar, dış müdahalelere sık sık davetiye çıkarmış, ülke 1915-34 yılları arasında Amerikan işgaline maruz kalmıştır. İstikrarsızlığın, yolsuzluğun ve despotluğun uzun yıllar kol gezdiği bu küçük Karayip ülkesinde, en son 2004'te bir askerî ihtilal olmuş, eski cumhurbaşkanı Aristide, Güney Afrika'ya sürgün gitmiştir. Darbe sonrası, Haiti yeni bir kaosun içine sürüklenince, iç çatışmaları bütün Karayipler'in istikrarını bozacak seviyeye ulaşmıştır. Birleşmiş Milletler, ülkenin kendi başına bu sorunların üstesinden gelemeyeceğini anlayınca, ülkeye 15 bin kişilik bir barış gücü yollamıştır. Haiti, böylece, asayişi ve işleyişi bile yabancılar tarafından temin edilen bağımlı bir ülke haline gelmiştir.

32 defa kafasına "balyoz" indirilmiş bu ülke, depreme zaten bitik girmiştir. Aksini beklemek de zordur. Müdahaleler, demokrasinin yerleşmesini, siyasî partilerin ve demokratik kurumların kökleşmesini geciktirdiği gibi, insanlar arası ilişkiyi, hakkın ve vicdanın değil, pazı gücünün belirlediği ilkel bir sistem doğurur. Haiti, bunun apaçık bir örneğidir. Herhangi bir ekonominin fakru zaruret seviyesinin üzerinde bir işlerlik kazanabilmesi için, her şeyden önce kamu güvenliğine ihtiyaç vardır. Kamu düzeninin kesintilerle aşırı şekilde yıprandığı yerlerde anarşi ve istikrarsızlık olur. Nitekim, 1986 yılında Duvalier hükümetinin darbeyle devrilmesinden bu yana Haiti'yi tamamen kontrol edebilen bir merkezî hükümet kurulamamış, her tarafı haydutlar sarmış ve tüm sosyal ve ekonomik hayat felce uğramıştır. Şu an, dünyanın en mezbele ve en tehlikeli şehri (Cité Soleil) Haiti'dedir. 2004'ten bu yana, BM Barış Gücü bu şehre bir kez, o da ancak bir saatliğine girebilmiştir. Bir ülkede meşru ve demokratik bir düzen olmazsa, asayiş ve hukuk olmaz; hukuk olmazsa da ekonomi gelişmez. Haiti'nin kişi başına geliri senede sadece 700 dolardır. Bu, bir Haitilinin günde ortalama 2 dolardan daha az parayla yaşadığını göstermektedir. Ülke nüfusunun % 80'i açlık sınırında yaşamaktadır. Gelir dağılımı bir felakettir; ülkenin en zengin % 1'i, toplam gelirin % 50'sine hükmetmektedir. Nüfusun yarısı okuma yazma bilmemektedir.

Haiti, sömürgenin, dış müdahalelerin ve tabii felaketlerin değil, bu billur sahiller ve tropikal ormanlar ülkesinin kendi öz evlatları arasındaki iktidar savaşlarının tükettiği bir ülkedir. Zayıflayan bir bünyeye her türlü bela musallat olur. Direnci kırılmış bir bedenin de mukavemet gücü düşer. Haiti, eğer anti-demokratik müdahalelerle ekonomik ve politik olarak bu kadar yıpranmasaydı, bu feci depremin zararlarını muhtemelen daha kolay atlatabilirdi. Yılın her anı beşik gibi sallanan depremler ülkesi Japonya, sık sık etkin volkanların hışmına uğrayan İtalya (Etna) ve Amerika (Hawai), dünya savaşları sonrası yerle bir olmuş Avrupa ülkeleri, düştükleri yerlerden hemen doğrulurken, güçlü bir demokratik ve hukukî zemine dayanıyorlardı. Aslına bakılırsa, elinde çekiç olan her sorunu bir çivi gibi görürmüş. Elindeki çekiç (veya balyozu) oraya buraya sallayanlar da, sonunda her şeyi tuz buz ediyorlar. Ülkeyi düşmanlara, bölücülere, çetelere, yolsuzluklara ve tabii afetlere karşı zayıf bırakıyorlar. İktidar savaşları insanın doğasında hep var. Lakin, bunu medeni ve demokratik yollarla başarabilenler ancak gelişip yükseliyorlar. Elindeki silahla ya da taşla galebe çalmaya çalışanlarsa, bir ülkenin "orman düzeninden" çıkışını geciktiriyorlar. Sigmund Freud'un dediği gibi "muhaliflerine taş yerine laf atan ilk insanoğlu medeniyetin kurucusudur!" Medeni insanlar ve ülkeler de -başlarına balyoz inmedikçe- sarsılsalar da öyle kolay kolay yıkılmıyorlar. 
Prof. Dr. İhsan Işık - Rowan Üniversitesi Öğretim Üyesi 

Kaynak: Zaman