3 makul çözüm ve en makulü

Anayasa Mahkemesi, siyasi hayatımızı yönlendirme noktasında baş aktör olma durumunu koruyor.

Önce “Toplantı yeter sayısı olarak 367 şart” dedi ve Cumhurbaşkanlığı seçimini tıkadı, şimdi ise, Cumhurbaşkanı Sezer'in ve CHP'nin Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili anayasa değişikliğinin reddine ilişkin talebini reddederek, bir ölçüde tıkanmanın önünü açtı.

Anayasa değişikliği paketinde, Cumhurbaşkanını halkın seçmesi, Cumhurbaşkanının görev süresinin 5 yıl olması, genel seçimlerin dört yılda bir yapılması, ve her türlü toplantı yeter sayısının 184 olması hususu var.

Bu son madde ile, yani toplantı yeter sayısının 184 olması ile Anayasa Mahkemesi, önce verdiği ve “nitelikli uzlaşma” için 367'nin gerekli olduğuna dair kararıyla da çelişmiş oluyor, ama boş verin... Bizde böyle vak'alar normal karşılanıyor.

Anayasa Mahkemesi tıkanıklığı bir ölçüde aşmanın yolunu açtı dedim ama, bu ifade çok iddialı değil.

Çünkü daha önümüzde bir hayli karmaşık bir süreç var. Yani neyin nereye gideceği ve Türkiye'nin sonunda yeni bir cumhurbaşkanına nasıl kavuşacağı çok net çizgilerle belli değil.

Şöyle bir geleceğe bakalım:

Anayasa Mahkemesinin kararından sonra bu değişiklik paketi doğrudan yürürlüğe girmiyor. Çünkü Cumhurbaşkanı Sezer, değişikliği birinci defa veto etti, ikincisinde de önüne gelince referanduma gitmesini istedi.

Yüksek Seçim Kurulu, Anayasa'nın 120 gün vurgusunu dikkate aldı ve referandum tarihi olarak 21 Ekim'i ilan etti.

Arada 22 temmuzda genel seçimlerle Meclis yenilenecek.

Şu andaki Cumhurbaşkanı uzatmalı görev sürdürüyor ve Meclis'in ilk işleri arasında, kendi başkanını seçtikten sonra Cumhurbaşkanını seçmek var.

İşte burada işler karışıyor:

Yeni Meclis yeni Cumhurbaşkanını seçecek mi?

21 Ekimde referandum yapılırsa, “halkın seçimi” 12'inci Cumhurbaşkanının seçiminde mi devreye girecek?

Bu Meclis Cumhurbaşkanını mevcut anayasa çerçevesinde seçeceğine göre, 7 yıllığına mı seçecek?

Şu anda Meclis'te, referandum süresini öne alan ve Cumhurbaşkanı tarafından veto edilmiş bir yasa var. Meclis bu yasayı yeniden görüşüp Cumhurbaşkanına gönderecek ve referandum öne alınabilecek mi?

Yoksa Meclis, kendi Başkanını seçtikten sonra Cumhurbaşkanı seçimini 21 ekim referandumu sonrasına bırakacak ve referandumda Anayasa değişikliğine evet çıkarsa Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi mi gerçekleşecek?

Bu son durumda en azından 4 sandık görünüyor.

22 temmuz genel seçimler, 21 ekim referandum, ondan sonra da Cumhurbaşkanlığının birinci ve ikinci tur seçimleri...

Aşağı yukarı bu süreç Aralık ortasına kadar gidiyor ve bu dönemde görev süresi biten Sezer'in görevli durumu devam etmiş oluyor.

Peki bunlardan hangisi tercih edilir?

Önce Cumhurbaşkanını 22 temmuzda yenilenen Meclis'in seçme ihtimaline bakalım:

22 temmuz sonrası için iki ihtimal söz konusu:

Birisi, bir partinin, büyük ihtimal AKP'nin 367 üzerine bir sandalyeye sahip olması durumu... Bu durumda AKP, 367 şartını aşarak kendi adayını Cumhurbaşkanı olarak seçtirebilir. Şu ana kadar AKP7nin yürüttüğü seçim stratejisi bu yöndedir. AKP 367 üzeri bir sandalyeyi arıyor ve Cumhurbaşkanını seçmek istiyor. Bu, ancak iki partili bir Meclis'le mümkün olabilir görünüyor.

İkinci ihtimal, hiçbir partinin 367 üzerinde sandalye çıkaramaması durumudur. Bu durumda Meclis içi uzlaşma aranabilir. En yüksek oya sahip parti diğer partilere kendi adayını sunar, üzerinde müzakereler yapılır ve bir isimde uzlaşılabilirse seçim gerçekleşir. Uzlaşma sağlanamaz ve dört turda seçim gerçekleşmezse Anayasa gereği Meclis kendini yenilemek, yani yeni bir seçime gitmek zorunda kalır.

AKP'ye Cumhurbaşkanını seçtirmemek isteyen çevrelerin tercihi bu ikinci şekil yönündedir. Yani uzlaşma olsun ve bu uzlaşma, AKP dışındaki çevrelerin duyarlılıklarını dikkate alsın. Bu çevrelerin içine Meclis içinde CHP, Meclis dışında da CHP ve sempatizan çevre dahildir.

22 Temmuz'dan sonra bu iki ihtimalden birisinin tercihi noktasında gerilim yaşanacağı muhakkak.

Peki makul olan ne?

Makul olan Cumhurbaşkanlığı seçiminin, en az gerilimle ve demokratik şartlar yara almadan sona erdirilmesidir.

Bu noktada birkaç makulden söz edilebilir:

-367 üzeri bir oy alarak yeni Meclis'e gelen bir partinin Cumhurbaşkanı seçmesi, demokratiktir, makuldür.

-Yeni Meclis'te partilerin gene demokrasi dışı müdahalelere prim vermemek ve “eşlerin başörtüsü” gibi konularda abes tartışmalara yönelmemek kaydıyla bir isimde uzlaşmaları makuldür.

-Ve referandumu bekleyip, Cumhurbaşkanını 5 yıllığına, halk oyu ile seçmek makuldür.

Bana göre en makulü en sonuncusudur.

Böylece Cumhurbaşkanlığı seçiminde önemli bir reform yapılmış, halk iradesinin doğrudan devreye girmesi ile, her Cumhurbaşkanı seçiminin anti - demokratik baskılara konu olması ve gerilime yol açması önlenmiş olur. Ayrıca bir yanda referandumla değiştirilmiş bir anayasa dururken, öte yanda, eski anayasa ile seçilmiş bir cumhurbaşkanının varlığı ile oluşan tezad da önlenmiş olur.

Bu noktada partiler, artık kısır çekişmeleri bırakmalıdır. Cumhurbaşkanını halkın seçmesinin yolu açılmış, ok yaydan çıkmıştır. Anayasa Mahkemesi, ayrıca Cumhurbaşkanının “Rejim tehlikesi”ne dikkat çeken gerekçesine itibar etmemiştir. Hadise, “halk iradesine güven” noktasına gelmiştir. Bir anlamda partiler de, “halka güvenip güvenmeme” sınav ına tabi tutulmuştur. Böyle bir durumda kim “halk seçmesin” diyebilir ki! Geriye kalan suyu yokuşa akıtma çabasından ibarettir ve boşuna bir çabadır.

Anayasa Mahkemesi 6-5 gibi kritik bir bölünmeyle de olsa, son kararı ile herhalde Türkiye'yi rahatlatan tavrın ne olduğunu da görmüştür. Bu da önemli bir kazançtır. Velhasıl Türkiye uzun, ince, ama umutlu bir yola girmiştir. Haydi hayırlısı...