Küreselleşmiş dünyamızda pek fazla kapalı sınır kalmadı, fakat Ermenistan’la Türkiye arasındaki sınır hâlâ demiryolunun son durağı. Bu kapalı sınır yeni Avrupa’da, iki eski trajediden kaynaklanan tuhaf bir anomali oluşturuyor: İlki 1990’ların başında Ermenistan’la Türkiye’nin müttefiki Azerbaycan arasında yaşanan ve hâlâ çözülmeyen ihtilaf; ikincisi, doğu Anadolu’daki bütün Ermeni nüfusunun Osmanlı çökerken tehcir edildiği veya öldürüldüğü 1915 felaketi.
İki tarafındaki insanlar sınırın açılmasını istiyor. Geçen ay Erivan’la İstanbul arasında uçak yolculuğu yaptım; iki ülke en azından hava bağlantısına sahip. Uçağı tıka basa dolduran Ermeni işadamlarının standart görüntüsü başta biraz göz korkutucu geliyordu. Hepsinin üzerinde siyah deri ceketler vardı, saçlar üç numara kesilmişti ve Türklere karşı içten bir dostluk besliyorlardı. Yanımda oturan iki adam Türkiye’den aldıkları halı, kapı ve pencereleri, Gürcistan üzerinden dolanıp Ermenistan’a sevk etmek yerine, açık bir sınırdan doğruca ülkelerine gönderebilmek istiyordu.
Azeri tepkisi üstün geldi
İstanbul’da konuştuğum saygın Türk akademisyen Cengiz Aktar, Türkiye’nin kaybolan Ermenilerine ne olduğuna dair hakikatle yüzleştiğinde özgürleşeceğini anlatıyor. Aktar 1915’teki (Ermenilerin trajedi için kullandığı ifadeyle) ‘Büyük Felaket’ten dolayı özür dileyen ve ‘Ermeni kardeşleri’nin acısını paylaştığını beyan eden bir internet bildirisinin ilk girişimcilerinden. Metni 30 binden fazla Türk imzaladı - okul kitaplarının yakın zamana dek Osmanlı’nın son günlerinde Ermenilerin Türkleri öldürdüğünü anlattığı ve başka türde yorumlara asla geçit verilmediği bir ülkede çarpıcı bir sayı bu. Bu kolay bir süreç değil, fakat kaybolan Ermenilere ne olduğu meselesini tartışmak konusundaki tabu Türkiye’de artık ortadan kalkmış durumda.
Bir süre için Erivan ve Ankara da bölgelerinin karanlık tarihsel determinizmine karşı koyuyormuş gibi bir görüntü verdi. Ekimde devlet başkanları Serj Sarkisyan ve Abdullah Gül, ilişkilerin normalleştirilmesini öngören iki protokol imzalanmasını sağladı ve belgeler ülke parlamentolarınca onaylanır onaylanmaz kapalı sınırın iki ay içinde açılacağını taahhüt etti. Aradan altı ay geçmişken, güvensizlikler ve ülke içi siyaset yine galebe çalıyor ve protokoller tehlikede. Türk liderler anlaşmaların onaylanmasını erteliyor. 12 Nisan’da Sarkisyan’la Türkiye’nin güçlü başbakanı Tayyip Erdoğan arasında Washington’da yapılan görüşme, çıkış yolu bulmak yönünde bir son dakika çabasıydı, fakat görüşmeden gelen ilk işaretler pek iyi değil.
Yanlış giden neydi? Ankara sürece mesafeli yaklaşıyor, Ermenistan’la Azerbaycan arasındaki Dağlık Karabağ ihtilafında ilerleme istediğini söylüyor - oysa protokollerde ihtilaftan bahsedilmiyor. Belli ki Türkler, Azerbaycan’ın Ermenistan’la yakınlaşmalarına vereceği tepkinin bu kadar sert olacağını beklemiyordu. Hukuken Azerbaycan’a ait olan toprakların yedide biri hâlâ Ermeni kontrolünde ve 1993’te Ankara sınırı Türki müttefikiyle dayanışma için kapattı. Azerbaycan protokoller aleyhinde sıkı ve etkili lobi faaliyeti yürütüyor, anlaşılabilir korkular besliyor. Azeriler, Ermenistan-Türkiye sınırının açılması halinde Ermenilerin Dağlık-Karabağ’a dair ödün vermesini sağlayacak kilit önemdeki bir baskının yok olacağından endişe ediyor.
Bu kısa vadede doğru olabilir, fakat sınırın açılması uzun vadede Güney Kafkasya’yı değiştirecek ve zorlu Dağlık Karabağ ihtilafı üzerinde olumlu etkide bulunacak. Türkler Kafkaslar’da tarafsız aktör haline gelecek ve bölgede ilk kez olumlu nüfuza sahip olacak. Ne yazık ki bu tür uzun vadeli düşünme tarzına bu bölgede rastlamak pek mümkün değil.
Son birkaç gün
İşleri karıştıran bir başka husus, Ermeni Soykırımı Günü olarak belirlenen 24 Nisan. O gün yaklaştıkça, her zamanki gibi gerilim de artıyor, zira Ermeniler ABD Başkanı ve Kongresi’ne 1915 cinayetleri için ‘soykırım’ sözcüğünü kullanması yönünde baskı yaparken, Türkiye küplere biniyor. Sarkisyan Türkiye’yle yakınlaşma politikası nedeniyle diyasporadan ağır eleştiriler aldı. Şimdi protokollerden imzasını çekmesi baskısıyla ve hem ülke içinde hem de diyasporada Türklerin kendisini kandırmasına izin verdiğine dair eleştirilerle karşı karşıya.
Süreci çökertebilecek yakın tehlikeyi savuşturmak için kısa vadeli bir tamir gerekiyor ve ABD’nin bunu gerçekleştirmek için önünde sadece birkaç günü olabilir. Fakat bu noktada daha uzun vadeli bir zorluk söz konusu - bir bütün olarak Güney Kafkasya’nın güvensizlik ve tıkanmanın damga vurduğu tarihsel döngüsünden nasıl çıkarılacağı. Yerel aktörler sıkışmış görünüyor, sınırları ve zihinleri kapalı tutan devri daim halindeki olumsuz dinamikleri kırmaktan korkuyor. Balkanları son 15 yılda yavaş yavaş dönüştüren stratejiye benzeyen, uzun vadeli ve geniş çaplı bir stratejiye bu bölgede de ihtiyaç var.
Bu da Karadeniz’le Hazar Denizi arasındaki bölgeyi çıkmaza sokan en büyük kördüğümün, yani Dağlık Karabağ ihtilafının çözülmesi için daha fazla kararlılık sergilemek anlamına geliyor. Halihazırda Dağlık Karabağ barış sürecine hasredilen uluslararası kaynaklar bir değişiklik yaratamayacak kadar sınırlı. İhtilaf uyku halinde, fakat memnun olacak bir taraf yok. Petrol zengini Azerbaycan’ın askeri bütçesi yılda 2 milyar dolardan fazla, ki bu Ermenistan’ın toplam yıllık bütçesini aşan bir meblağ. Bu durum birkaç yıl daha böyle sürerse, Azerbaycan Dağlık Karabağ’ı güç kullanarak yeniden ele geçirmeye kalkışabilir, ki bu da Rusya, Türkiye ve İran arasındaki bölgeyi sarsacak bölgesel bir savaşı tetikleyebilir.
Siyasi pazarlık yakışık almıyor
ABD Ermenistan-Türkiye meselesi üzerine uzun vadeli düşünmek konusunda bazı girişimlerde bulunabilir; uzlaşmayı stratejik hedefi haline getirip, soruna Ermeni Soykırımı Günü yaklaştığında yılda bir kez parlayıp sönen bir mesele muamelesi yapmayı bırakabilir. Son yıllarda ABD başkanının 24 Nisan’daki açıklamasında ‘soykırım’ kelimesini kullanıp kullanmayacağı tartışması, tarihsel bir trajedinin anılması olması gereken bir meseleyi çirkin siyasi pazarlıklara alet ediyor.
Kilit bir tarih, yani soykırımın 100. yılına tekabül edecek olan 2015 ufukta görünüyor ve hem Türklere, hem Ermenilere, hem de Başkan Barack Obama’ya kılavuzluk edecek faydalı bir kutupyıldızı olabilir. Ankara Ermeni meselesine, dünya Ermeni soykırımının 100. yılını anmadan önce daha iyi bir yanıt ortaya koymak için beş yılı olduğunu idrak etmeli. Obama da, meseleyi beş yıl geleceğe iterek saygılı, fakat zorlayıcı bir tavır sergilemiş ve Türkiye hükümetine kendi toplumunda büyüyen tartışmayı yakalaması için bir şans vermiş olacaktır. 24 Nisan’da “Beş yıl sonra 1915’teki Büyük Felaket’in 100. yılını anacağım. Bu anmayı Türk dostlarımızla birlikte gerçekleştirmeyi umuyorum” derse, bitmek bilmez Ermeni-Türk dalaşmasında sadece bir aktör olmak yerine, bir uzlaşma katalizörüne dönüşmenin ilk adımını atacaktır. (Kafkaslar uzmanı, 15 Nisan 2010)
Kaynak: Radikal