2013: 'Tarihin Sonu'nun sonu

Walter Russell Mead

Biz 2013’te dünya tarihinde yeni bir aşamaya geldik. Büyük güçlerin oluşturduğu bir koalisyon, uzun süredir Amerika Birleşik Devletleri ve müttefiklerinin, 1990’dan sonra empoze ettikleri Soğuk Savaş sonrası Avrasya çözümünü tersine çevirmeye çalışıyordu; 2013’ün ikinci yarısında bu koalisyon zemin kazanmaya başladı. Revizyonist koalisyon, henüz hedeflerine ulaşamadı, Avrasya’da da statüko devam ediyor ama bizim şu andan itibaren, Amerikalı siyasetçilerin, son zamanlara kadar gözardı etmeyi tercih ettikleri meydan okumaya karşı giderek daha çok karşılık vermek zorunda kalacakları bir durum hakkında konuşmamız gerekecek.

Meydan okuyanları Merkezi Güçler olarak adlandıralım. Bunlar mevcut jeopolitik düzenden nefret ettikleri kadar birbirlerinden de nefret ediyor ve korkuyorlar ama bunlar, Amerika Birleşik Devletleri ve bunun baş müttefikleri tarafından tercih edilen bir düzenin, düzensizlikten iyi olduğu inancıyla birbirlerine göbekten bağlılar. En büyük üç meydan okuyucunun -Rusya, Çin ve İran- tamamı, Avrasya’nın mevcut haline kızıyor, bundan nefret ediyor ve korkuyor. Güçler dengesi bunların ihtiraslarını dizginliyor; teşvik ettiği ilkeler ve değerler bunların mevcut rejimlerine ölümcül tehditler teşkil ediyor. Son zamanlara kadar, bunların dünya düzenine kızmaktan başka yapabilecekleri pek bir şey yoktu; şimdi ise giderek meydan okumanın ve sonunda küresel siyasetin çalışma yolunu değiştirmenin bir yolunu bulduklarını düşünüyorlar.

Henüz savaş öncesi duruma gelinmiş değil. Merkezi Güçler, Amerika Birleşik Devletleri, AB, Japonya ve Denizcilik Birliği olarak adlandırabileceğimiz bağlı ve ortaklarına kafa kafaya meydan okuyamayacaklarını biliyorlar. Mevcut askeri ve iktisadi gerçekler, böyle bir meydan okumayı, intihara denk kılar. Ama bunlar dünya sistemine kafa kafaya meydan okuyamayacaklarsa, hızla hareket ederek, kapatılmayan kapılar ya da açık bırakılan pencerelerden, zayıf noktalarını ortadan kaldırabilirler. Onlar bizim stratejik dar görüşlülüğümüzü, bize karşı kullanabilirler, temel ittifakımızın bütünlüğünü zayıflatabilirler ve ayağımızın önüne muz atmak için (her şeyden önce, Rusya ve Çin’in veto yetkisine sahip olduğu Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi olmak üzere) uluslararası sistemin mekanizmalarını kullanabilirler.

Kafa kafaya mücadele için güçleri eksik olan bunlar, fırsatçı ikmalcilerdir. Bunlar statüko güçlerinin dikkatsizlik, kötü yönetim ya da iç siyasi sınırlamalarının fırsatlar sunduğu özel durumlar ararlar. Rusya’nın Gürcistan’a askeri saldırısı bu tür adımlardan biridir; hem Rusya hem İran, Suriye’deki dehşet konusunda Amerikalılar ve müttefikleri arasındaki bölünmelerden maharetle istifade etti.

Merkezi Güçler’i ‘buğday biti ekseni’ olarak düşünün. Bu aşamada onlar azametli Amerikan ve denizaşırı güç yapısını devirmekten ziyade, o yapıyı oymaya önem veriyorlar. Bu, Amerika Birleşik Devletleri’nin yüz yüze geldiği en zorlu ittifak değildir. Merkezi Güçler’in her istedikleri kötü değil; tüm revizyonist güçler gibi bunların da statükoya karşı meşru şikayetleri var. Bunlar her zaman aynı fikirde değiller, uzun vadede bunların birbirlerinden ayrılıkları derin olacaktır. Ama şimdi, Amerika Birleşik Devletleri hükümeti halen meydan okumaya karşı büyük ölçüde kör iken bunlar Amerika Birleşik Devletleri’ni Avrasya’da zayıflatma ve onun müttefiklerini dağıtmada ortak çıkarları olduğunda bile aynı fikirde değiller.

Mucizevi bir düşüş

Mutlu bir Şükran Günü haftası, Buğday Biti Ekseni için başarılı bir düşüşü sona erdirdi. Başkan Obama, Rose Garden’da bir hindiyi affeder ama milyonlar hindileri fırına verirken üç büyük Avrasya gücü büyük kazançlarını kutluyorlar.

İran’ın keyiften başı dönüyordur; Beyaz Saray ve medyadaki müttefiklerinden gelen yönetim yanlısı yorumlar, anlaşmayı bir başarı olarak tasvir etmek için nükleer teknik ayrıntılar üzerine odaklandı ama Tahran’ın elde ettiği muazzam diplomatik kazançların gizli kalması mümkün değil. Washington geçici anlaşma kapsamında sadece yaptırımları gevşetmekle kalmadı; o aynı zamanda İran ve Şii kuklalarının Orta Doğu boyunca eşi görülmemiş kazanımlar elde ettikleri bir zamanda, İran’la daha geniş kapsamlı ilişkiye de kapıyı açıyor. Başkan Obama, Suriye Devlet Başkanı Esad’a kimyasal silahlarından kurtulma sözü karşılığında, kanla sulanmış rejimini iktidardan uzaklaştırma konusundaki Amerikan teşebbüslerine fiilen son verilmesine imkan sağlamışken İran da nükleer programına son vereceği sözü karşılığında, Bereketli Hilal ve potansiyel olarak Orta Doğu’da kuracağı hakimiyet için Amerikan rızasını alabileceğine inanıyor. Bu, küresel güç dengesinde çığır açacak bir değişiklik olur. Bunun sonuçları ise -bozulan ittifaklar ve azalan ABD nüfuz ve prestijiyle- zaten hissediliyor.

New York Times’ın bildirdiğine göre, nükleer anlaşmanın Tahran için daha büyük sevinç olmasından sonra, Kasap Esad’ın kara kuvvetleri daha fazla kazanç elde ederken Suriye muhalefeti arasında moraller azalıyor, birlik bozuluyor. Bölünmüş Batı, Cumhuriyetçi koalisyonun berbat tabiatı hususunda kararsızlık içinde katliama karşı elleri bağlı şekilde bir kenarda dururken Franco’nun kuvvetleri İspanya Cumhuriyeti’ni yavaş ve acı verici şekilde bastırdığında, Mussolini ve Hitler’in de böyle günleri olmuştu. Yaptırımlar gevşedikçe Esad ve Hizbullah’ı desteklemek üzere daha fazla para gidecek. Bu arada İran, itidal göstermekten oldukça uzak bir şekilde, yetkililer Arak’taki gibi başka ağır su reaktörleri de dahil, daha fazla nükleer reaktörler konusunda ihtiraslı planlarını duyururken nükleer müzakerelerde anlaşılan hususlarda bastırmaya devam ediyor. Aslında Amerika Birleşik Devletleri Sünni-Şii savaşında İran’dan yana oldu, hem dostları hem de düşmanları kafalarını kaşıyorlar.

Bu arada Devlet Başkanı Putin, Berlin Duvarı’nın yıkılmasından bu yana Rusya’nın en büyük başarılarından biri için kalbi teşekkürlerini sunuyor. Kremlin ayrıca Ukrayna Avrupa Birliği’nin iktisadi ortaklık anlaşması teklifine kibarca “hayır, teşekkür ederim” dediğinde, bunun arkasından gelen şaşırtıcı zaferini kutluyor. Rusya’nın yakınlığının nihai şeklinin ne olacağının görülmesi gerekir ve Kiev’de de hükümetin kararına karşı protestolar patlak vermişken, bir AB-Ukrayna anlaşması Putin’in uluslararası stratejisini tahrip eder ve onun yurt içindeki duruşuna darbe indirirdi. Cansız ve kararsız Avrupa diplomasisi (daha önce yazdığımız üzere, AB Ukrayna’daki ihtilafta bıçaklı kavgaya baget ekmek getirdi) zayıf bir Rusya’nın altına ulaşmasına imkan verdi.

Putin belki ödülünü hep elinde tutamayacak ama şimdilik o, günün en önemli meselelerinden birinde AB’ye galip geldiği ve onu alt ettiğiyle haklı olarak övünebilir.

Uzak Doğu’da ise olaylar daha sert seyretti; Çin’in, Doğu Çin Denizi üzerinde özel hava savunma kuşağı ilanı, Washington adım atıncaya kadar komşularından küçümseme ve alayla karşılandı. ABD bombardıman uçaklarının kuşak üzerinde uçuşlar yapmasından sonra Japonya ve Güney Kore de uçuşlarıyla bunu takip etti. Japon sivil hava yolu firmaları Çin’in talebine boyun eğme planlarını duyurmuşlardı ama Tokyo ve Washington tarafından gösterilen kararlılık sonrasında tavırlarını sertleştirdiler ve uçuş güzergahlarını Çin’in yeni kuşağına göre değiştirmeyeceklerini duyurdular.

Bunların biraz daha beklemeleri gerekiyordu; zira ABD hükümeti Amerikan hava yolu şirketlerinden yeni Çin kuşağına uymalarını istedi. Aslında belli ölçüde bu, sağduyunun gereğidir; ordu Çin’in sınırlamalarına meydan okumaya devam edecek ama sivil uçuşlar tedbir mahiyetinde kendileri (ve yolcularını) sıkıntılardan korumak için geri duracaklardır. Ama Çin bu kuşağı genel prosedürleri ihlal ederek ilan etti ve kuvvetle muhtemeldir ki aç ekonomisine müşteriler ve yatırımcılar getirecek sivil uçaklara zarar vermeyecektir. Bu bağlamda Pekin, muhtemelen Washington’un ABD hava yolu şirketlerine tavsiyesini teslim bayrağındansa zeytin dalından daha azı olarak görecektir. Bu da Washington’un ‘Asya Ekseni’nin’ gerçek bir siyasi iradeden çok bir balon olduğuna işarettir.

Çin, bölgede zamanın kendisinden yana olduğuna ve Obama yönetimi ve Amerikan halkının genelde Doğu Asya’da diplomatik ve askeri baskıdaki uzun ve yavaş artışa karşı durmak için gerekli sabra sahip olmadığına inanıyor. Rusya ve İran gibi Çin de Washington’ın çok sayıdaki mücadelede ilk hedefinin geri çekilmek için prestiji kurtaracak bir yol bulmak olduğuna ve Çin, küresel olarak giderek Amerikan dış politikasında yalpalama ve kırılganlık dönemi olarak görülen durumdan faydalanırken, Pekin’den daha fazla girişim beklediğine inanıyor. Çinliler sadece Doğu Çin Denizi hava savunma kuşağına daha fazla askeri uçak koymuyorlar; bildirildiğine göre bunlar diğer sıcak noktalarda da yeni hava savunma kuşakları ilan etmeyi planlıyorlar.

Hindistanlı strateji analisti Brahma Chellaney’in işaret ettiği gibi, Çin General Zhang Zhaozhong’ın “lahana stratejisi” olarak adlandırdığı stratejiyi benimsemiş görünüyor:

Bir toprak iddiasında bulun ve tedrici olarak bölgeyi çok sayıda güvenlik katmanıyla kuşat, böylece onu bir rakibe ulaşma imkanından mahrum bırak. Strateji, muhalefeti alt etmek için sürekli adımlar atılması ve yeni gerçekler oluşturulmasına bağlıdır.

Chellaney, Çin’in hava savunma kuşağı ilanının, kuvvetli bir ABD tepkisini tetiklemeden Çin’in menziline ulaşan bölge çapındaki bir meselenin bir parçası olduğunu savunuyor:

Şüphesiz Çin, savaş sebebi olabilecek dramatik eylemlerden kaçınmak için dikkatli davranıyor. Gerçekten o, stratejisini çok sayıda kısma ayırma hususunda defalarca ustalığını gösterdi ve sonra da farklı parçaların asgari direnişle karşılanmasına imkan verecek bir tavırla her bir unsuru ayrı ayrı takip etti.

Bu kurnazlık sadece muhalifleri denge dışında bırakmakla kalmıyor aynı zamanda ABD’nin müttefiklerine olan güvenlik teminatlarına ilgiyi ve Asya’da kendisine karşı stratejik ortaklıklar inşa edilmesinin değerini de düşürüyor. Aslında saldırısını savunma olarak gizleyen Çin, egemen bir Orta Krallığın temellerini -tuğla tuğla- kurmaya çalışırken bir düşmana savaş başlatmanın yükünü de atıyor. Çinli liderler toprakla ilgili ihtilafları, tek bir el ateş açmaksızın yeterince kuvvetli bir pozisyon getirecek basit araçlarla barışçı şekilde çözme arzusunu ifade ettiler.

Oyun buysa Washington’ın sivil uçakların yeni kuşağa riayet etmesini tavsiye eden kararı, tam olarak Pekin’in stratejisine hizmet etti ve bu, Pekin ve diğer yerlerde Amerika’nın Asya’daki pozisyonunun zaten aşınmakta olduğuna dair algıları kuvvetlendirecek.

DC’de miyopluk mu var?

Çin’in lahana stratejisi Amerika’nın radarlarının altında uçmaya ve Çinlilerin taleplerini Orta Krallığın (henüz) kazanamayacağı türde bir karşılaşmayı tetiklemeksizin ilerletmelerine bağlıdır. Bu yüzden, Merkezi Güçler genelde en iyi şekilde Amerikan diplomasisi oyunun doğasını kavrayamadığı zaman gelişir. Onların şansına, çoğu Amerikalı analist ve Obama yönetiminde üst düzey yetkililerin tamamı olmasa da çoğu, havadaki değişimi hissedecek ya da yorumlayacak durumda değiller.

Üç faktör, hükümetin içinde ve dışındaki çoğu Amerikalıyı noktalar arasında bağlantı yapmaktan alıkoyuyor. Bu faktörlerin ilki, son nesilde gelişen üstünlük alışkanlığıdır. 1980’lerin ortalarından itibaren, çökmekte olan Sovyetler Birliği ve onun halefi devletler, Amerika Birleşik Devletleri’ne denk değildi. O zaman Çin’in ufku da şimdi olduğundan daha sınırlıydı. Birinci Irak Savaşı’ndaki zaferin, Amerika’nın Orta Doğu’da konvansiyonel silahlardaki büyük üstünlüğünü göstermesinden sonra, Amerika Birleşik Devletleri’nin artık bölgede önemli bir jeopolitik rakibinin olmadığı faraziyesiyle, Amerika’nın dikkati (terörizm, Kitle İmha Silahları ve Arap Baharı gibi) belli konuların idaresine çevrildi.

Gerçek ya da potansiyel jeopolitik düşmanlıklarda zorlu ilişkileri idare etmede stratejik boyut, Amerikan dış politika tartışmalarında büyük ölçüde yok oldu. Amerikan dış politikası bunun yerine (nükleer silahların yayılmasının önlenmesi, insan hakları, terörizm, eşitsizlik, serbest ticaret gibi) “meseleler” ve (probleme yol açabilecek ama muhtemelen küresel güç dengesini ciddi şekilde etkilemeyecek Irak ve Kuzey Kore gibi haydut devletler ve El Kaide gibi devlet olmayan aktörler gibi) “zor durumlarla” alakalı oldu. Amerika Birleşik Devletleri’ni iki kere dünya savaşı, uzun süre de soğuk savaşa girmeye zorlayan büyük mesele Avrasya’daki güç dengesi, büyük ölçüde Amerikan siyaset düşüncesinden kayboldu.

Jeopolitiğin yok oluşu, Amerikan dış politikasında ikinci bir eğilimi kuvvetlendirdi ki bu da Amerika’nın yeni meydan okumayı idrak etme ve buna karşılık verme kabiliyetini daha da engelledi. Amerikan entelektüel ve yetkililerin farz ettikleri dünya görüşü, liberal kapitalist ekonomiler ve liberal siyasi değerlerin bir terkibinin dünyayı hızla ve doğrudan Anglo-Amerikan değerlerinin zaferine taşıdığıdır. Amerikalılar Francis Fukuyama’nın yazdığı kitaptan uzun süre önce tarihin sonunu yaşadıklarına inandılar; serbest piyasalar ve özgür hükümetin dünyayı doğruya getireceği Amerikan zihniyetindeki en derin inançlardan biridir. Woodrow Wilson’a sorun.

Ahlakçılar ve hukukçular, Amerikan hegemonyasının düz, küresel bir gerçek oluşturmuş göründüğü, ahlaki ve hukuki meselelerin jeopolitik meselelere baskın geldiği Soğuk Savaş sonrası dünyada çok rahatlar. Ciddi jeopolitik meselelerin olmadığı bir dünyada biri söz gelimi Burma ya da Mısır’a yönelik siyaseti, birinin güç dengesi gibi rahatsız edici gerçekler konusunda çok fazla düşünmeden belli bir Amerikan politikasının bu ülkelerde ‘demokrasiye geçişi’ destekleyip desteklemediği analizi temelinde tartışabilir. Libya, stratejik bir mesele olmaktan ziyade insani ve hukuki bir mesele olarak ele alınabilir. Benzer şekilde, İran’a bakıldığında Obama yönetiminin içinde ve dışındaki çoğu kişi, ya nükleer silahların yayılmasının önlenmesi sisteminde hukuki kurallara meydan okuma ya da dünyanın çoğunda anlaşıldığı üzere insan haklarına karşı ahlaki bir meydan okuma görür.

Çoğu Amerikalı analistin şuursuz olarak büyük ölçüde kolay ve rakipsiz Amerikan küresel hakimiyeti dönemiyle bir tuttuğu “tarihin sonu,” hiç kimsenin noktalar arasında bağlantı kurması gerekmeyen bir dönemdir. Olanların sadece birkaç stratejik sonucu olması ya da hiçbir stratejik sonucu olmaması dolayısıyla her konu tek başına ele alınabilir ve her politika Amerikan hakimiyetinde bulunan hukuki ve ahlaki kuralların dünyada inatçı ülkeler ve problemli rejimlere ilerici bir uygulaması olabilir.

Böyle bir dünyada avukatlar ve ahlakçılar, her meseleyi tek başına ele almakta özgürdür; ayak baş parmağının kemiği ayak kemiğine bağlı değildir, ayak kemiği de hiçbir şeye bağlı değildir. Biz, tüm yapının yıkılma tehlikesi içinde olup olmadığını sormaksızın “hukuk kurallarını pekiştirmek için çalışabiliriz.” Sonuçlarından endişe etmeksizin insan hakları dersleri verme eğilimimize sarılabiliriz. Yerine kimin geleceği hakkında fazla düşünmeden Mübarek’in gitmesi için bastırabiliriz; Mısır’da hayali demokrasiye geçişi desteklemeye çalışmak için bir yılımızı harcayabiliriz; stratejik Libya çıkmazında farazi katliamı önleyebiliriz ama stratejik açıdan hayati ehemmiyetteki Suriye’de çok daha büyük katliamı görmezden gelebiliriz. Üstelik bu tamamen biz ve değerlerimiz hakkındadır. Biz zekice bir şey yapar ve başarılı olursak kendimizi iyi hissederiz; bir şeyler kötü giderse de kendimizi kötü hisseder ve bir şeyleri değiştirmeye çalışırız. Ama sonuçlar soyuttur: Uluslararası kuralların kuvvetlenmesi ya da zayıflaması, örneğimizin değeri, bir yönetimin geride bıraktığı anlaşmalar ve muvaffakiyetler “mirası.”

Tüm bir nesil boyunca bizim, dış politikanın hayati çıkarlarımız ve Amerikan halkının güvenlik ve gelişmesine iyi mi geldiği yoksa bunu tehlikeye mi düşürdüğü hakkında çok fazla düşünmemiz gerekmedi. Biz dış politikayı silah altında yapma alışkanlığı edindik ve bunun bir sonucu olarak da biz neler meydana geldiği ve niçin olduğunu idrak etmede pek iyi bir halk değiliz.

Sonunda, iyimserlik Amerikan entelektüel kültüründe o kadar silinmez bir şekilde yer etmiştir ki, bizim güçlü realistlerimiz bile içgüdüsel olarak ümitvardır. Tatmin edici olmayan iki savaşın maliyetleri ve risklerinin verdiği sıkıntılarla mevcut yönetimin içinde ve dışında önemli sayıdaki dış politika analisti faydalı realizm teorisi geliştirdi. Bu teori, Amerika Birleşik Devletleri’nin hemen hemen tüm Avrupa meselelerinden ve birkaçı hariç tüm Orta Doğu meselelerinden güvenli bir şekilde çekilebileceğini ve bir “dış dengeleyici” olarak Amerika Birleşik Devletleri’nin temel çıkarlarını en düşük maliyetle temin edebileceğini savunur.

Bu görüş, uluslararası hayat yapısının içinde gizli bir iyi huylu Amerikan sonrası güç dengesi olduğunu ve biz yoldan çekilirsek bunun ortaya çıkacağını farz eder. Bu görüş çok da tarihe uygun değildir: İngiltere, 18. asırda Avrupa’da yabancı bir dengeleyiciydi ve 1689’dan 1815’e kadar Fransa’yla hemen hemen aralıksız olarak yapılan savaşlara dahildi. “Barışçı çekilme” senaryolarında kaçırılan nokta, dünyada düşmanlar ve bizim bakış açımızla, bizim vereceğimiz her fırsattan faydalanacak ve yeni güç ve kaynaklarını bizim temelden itiraz edeceğimiz ve emniyetsiz bulacağımız bir dünya yapmak için kullanmaya çalışacak yıkıcı güçler olduğu anlayışıdır.

İran, Rusya ve Çin Amerika’nın çekilmesini, ihtiraslarını dizginleme ya da kendilerinin mevcut dünya düzenine revizyonist muhalefetlerini gözden geçirme çağrısı olarak görmeyecekler. Güç iştahı, beslendikçe büyür. Uluslararası işlerde toplam sıfır sonuçlu kavramla derinden bağlı siyasi kültürler, bizim yavaş yavaş gözden kaybolduğumuz, onların da büyüleyici hepten kazanma vizyonuyla mest oldukları bir zamanda “kazan-kazan” fikrine sarılmak için muhtemelen “biz bu konuda örnek olamayız.”

Tarihin sonu sona ererken strateji geri gelmeli

Sık sık söylenir, devlet adamları görevde entelektüel bir sermaye üzerinde yaşar ve iktidara getirdikleri fikir ve algılarla çalışırlar. Olaylar bunlara çok az seçim şansı verir. Bu yüzden Beyaz Saray için gidişatı hemen değiştirmek zor olacaktır.

Ama eğer Merkezi Güçler birlikte çalışmaya devam eder ve Avrasya boyunca ortak gelişim gösterirse ya bu yönetim ya da halefinin, dünya siyasetine farklı bakması gerekecek. Soğuk Savaş’tan bu yana ilk kez, Amerika Birleşik Devletleri’nin Avrupa, Orta Doğu, Güney Asya ve Doğu Asya politikalarını kapsamlı bir tasarım içinde entegre edecek tutarlı bir Avrasya stratejisi benimsemesi gerekecek. Bizim jeopolitik bağlamda nükleer silahların yayılmasının önlenmesi ve demokrasinin teşviki gibi “meseleler” hakkında düşünmemiz gerekecek. Bizim, Soğuk Savaş sonrasında hiçbir devlet başkanımızın yapmadığı şekilde ittifakların savunma ve tamirine öncelik vermemiz gerekecek.

Biz bu değişimi ne kadar erken yaparsak o kadar iyi oluruz. Merkezi Güçler, ağırlıklarının üzerinde ses getiriyorlar. Bu da büyük ölçüde Amerika Birleşik Devletleri tarafından ciddi bir karşı siyaset olmamasının bir sonucudur. Ama biz daha çok vakit kaybettikçe ve daha çok fırsat kaçırdıkça revizyonistler de daha fazla ivme ve güç kazanacak, bizim ittifaklarımız da daha etkisiz olacak.

Şimdi net düşünme ve ihtiyatlı hareket, muhtemelen Avrasya’daki olumsuz jeopolitik eğilimleri düşük maliyetle tersine çevirebilir. Ama biz daha fazla bekledikçe vazifemiz daha acil ve daha zor olacak.

Kaynak: The American Interest

Dünya Bülteni için çeviren: Mehmet Şeyhoğlu