2013’ün şu an canı yanan Ortadoğu için mutlu bir sene olması muhtemel değil. Bazı diktatörler düştüyse de ve Araplar haklarını talep ediyorsa da son iki yılın bilançosunun sunduğu olumsuz tablodan kaçış yok. Arap ayaklanmalarının olduğu hiçbir ülkede demokrasi şurda dursun, bir barış ve uzlaşma, iyi yönetim, sıradan insanlar için daha iyi bir hayat standardı, vatandaşlık hissinde bir artma olduğuna dair ikna edici bir işaret yok.
Bazı ülkeler ise diğerlerinden daha çok acı çektiler. Suriye’de şehit edilen halkın çığlık ve göz yaşları dünyanın vicdanına ağır bir yük oldu; onbinlerce insan öldürüldü, yüz binlercesi yaralandı, sakatlandı; aç kaldı ve evlerinden çıkarıldı. Ancak ıstırap dinecek gibi durmuyor. BM özel temsilcisi Lahdar Brahimi’nin ifadesiyle, Suriye henüz oraya varmadıysa eğer, cehenneme dönme tehlikesiyle karşı karşıya.
Kazazedeler sadece tek tek Arap ülkeleri değil. Arap siyasi düzeni büyük bir darbe aldı ve darmadağın halde. Bunun anlamı nedir? Arap ülkelerinin etkin bir şekilde birlikte hareket etme kabiliyetleri azalmıştır. Yırtıcı dış güçlere karşı bağımsızlıklarını teyid etmekte yahut uluslararası alanda Arap davalarını savunmakta zorlanıyorlar. Bugün Arap sesinin çok az bir ağırlığı var.
Bazı Arap ülkeleri büyük bir zenginliğe sahip oldu ancak –ortak dili, tarihi ve inanç sistemi olan benzer zihniyetteki bir blok şeklinde - bir bütün olarak Araplar bundan altmış yıl öncesinden (Filistin’in Siyonistlere kaptırıldığı 1947-1948; ve Arap dünyasının İsrail tarafından mağlup edildiği 1967’den) daha iyi durumda değiller.
Niçin kötümserim? Delillere bakın:
Arap çıkarlarını savunmakta çok önemli rol oynamış iki büyük Arap ülkesi, Suriye ve Irak bugün bölünme ve parçalanmayla hatta ulusal kimliklerini kaybetme ihtimaliyle yüz yüzedirler. I.Dünya Savaşından sonra Osmanlı topraklarından bu devletlerin çıktığı bu haritanın yeniden çizilmesinden daha azı değildir şu şahit olduğumuz.
Arapların başındaki bir diğer belâ, Sünniler ve Şiiler arasında nefretin alevlenmesidir. Aynı Tanrıya ibadet eden ve aynı peygambere inan bu din kardeşleri bugün iflah olmaz muhalifler gibi davranmaktadırlar. Bu kardeş kavgasından başka hiçbir şey Arapları bu denli zayıflatmamış ve düşmanları bu denli sevindirmemiştir.
ABD 2003’te Irak ordusunu dağıtıp Baas Partisini yasadışı ilan ettiğinde – her ikisi de Irak devletinin iki kilit kurumuydu – devleti bitirmiş; Sünni-Şii savaşını başlatmış sonuçta yüzbinlerce insan hayatını kaybetmiş ve evinden çıkmıştır. Bu çatışmanın hassaten iki neticesi çok fecidir: İlki, mezhep çatışması zehri Arap bölgesine yayılmıştır. İkincisi, Şia liderliğindeki Irak, İran’a karşıt denge olduğu geleneksel rolünü kaybetmiştir. Güç dengesinin ortadan kaybolması, Bazı Körfez ülkelerinin İran hâkimiyetinden duydukları korkuyu artırdı.
Bağımsız gözlemciler nazarında ki bunlardan biriyim, bu korkular çok abartılmıştır fakat yine de Körfez Araplarının pek çoğunun İran’ı ortak değil düşman olarak görmelerine ve korunma için ABD’ye yönelmelerini sağlamıştır. Şüphe yok, Amerika ve İsrail’in İran karşıtı propagandası da kendi rolünü oynamıştır.
Arap ülkelerinin en kalabalık nüfuslu olanı ve geleneksel lideri Mısır, iflasın gölgesinde yaşıyor. Ekonomisi diz üstü çöktü. Turizm ve yabancı yatırım kurudu. 1950’lerden beri kontrol altında tutulması gereken doğum oranı yükseldi. Aşırı nüfus artışı, nüfusun hatırı sayılır bir bölümünün daha iyi yaşam ihtimalini çaldı. Amerikan yardımına ve IMF gibi Amerikan kontrolündeki kurumlara bağımlılık Mısır’ın Arap çıkarlarına göre bağımsız bir dış politika izleme kabiliyetini müthiş sınırlandırmıştır.
Arap şerefi ve kimliği için merkezi olan Filistin davası da kaybedildi. İki devletli çözüm fiilen yok oldu. Araplar 1948’dekini tamamlayacak feci bir mağlubiyet ihtimaliyle karşı karşıya. Zengin Arap ülkeleri Filistinliler için adâlet talep etme hususunda ABD ve Avrupa’daki kaldıraçlarını kullanamadılar. Bunun bir diğer nedeni Filistin’de ulusal birliğin olmayışıdır. Üçüncü neden de - Filistinlilerin ya tecrit içindeki bantustanlarda yaşayan kontrol altındaki serflere döneceği veya topraklardan büsbütün sürüleceği - Büyük İsrail’i kurmaya azimli dinci-ulusçu fanatiklerin İsrail’deki yükselişidir.
İsrail Filistin topraklarını çalmaya, barışı aşağılayarak reddetmeye, Filistin devletinin ifade edilmesini engellemeye, bölge üzerinde askeri hâkimiyet kurmaya, canı çektiğinde komşularına aldırmaya güç yetirebildi. Bunun başlıca sebebi, ABD’nin sınırsız desteğidir. Barack Obama ikinci kez başkan seçilmişse de ABD’de ve Amerikan Kongresinde büyük bir güç kazanmış İsrail yanlısı kuvvetleri göğüslemeye gönülsüz duruyor. Paradoks şu ki Araplar halen korunma için Amerika’ya yöneliyor! Ahmaklık bu. Araplar Amerika’ya bağımlı olmaktan kurtulup kendilerini savunmayı öğrenmeliler.
Cüret edip Arap liderlerine yeni yıl için hangi kararları tavsiye ederim?
Birincisi, Arap dünyasını feci şekilde zayıflatan Sünni-Şii uçurumunu kapatmaya yarar her şeyi yap. Bu doğrultuda yapılacak ilk hamle şudur: Bütün mezhep ve meşreplerden ulemâyı Mekke’de yapılacak bir konferansla bir araya getir ve aralarındaki tüm farklılıkları çözene dek hepsini orada tut.
İkincisi, Suriye’den geri kalanı ve İsrail’i kuşatmakta Suriye’nin oynadığı merkezi rolü koru. Rejimi ve muhalifleri, hoşlansalar da hoşlanmasalar da, müzakere masasına götürerek ölümleri durdur. Bu krizin askeri çözümü yok. Yıkım cümbüşünü sona erdirmenin tek yolu, her iki tarafa ateşkes dayatmak; rejim ve ayaklanmacılara para ve silah sevkiyatını durdurmak; her iki kamptaki câni aşırıları tecrit etmek, siyasi geçişi desteklemek için ABD, Rusya, Avrupa, Mısır, Türkiye ve İran’ı seferber etmektir. Buradaki kilit mesele, Beşşar Esad’ın gideceğe mi yoksa kalacağı mı değildir. Riskte olan üniter Suriye’dir. Suriye’nin eşsiz tarihi mirâsını, devlet kurumlarını, kadîm azınlıklarını ve Arap bağımsızlığını savunmaktaki hayati bölgesel rolünü korumak için yapılmalıdır bu.
Üçüncüsü, ABD’ye karşı çıkmak ve Körfez’deki Amerikan üslerinin kapatmakla tehdit etmek anlamına gelse bile, Filistinliler için adâlet talebi.
Dördüncüsü, Tahran’la stratejik bir diyalog başlatılmasıdır. Araplar ve İranlılar arasındaki husûmet büyük bir hatadır. Hayati Körfez bölgesini savaş tehlikesinden ve dış güçlerin emellerinden koruyabilecek olan, karşılıklı çıkar ve karşılıklı güven esasına dayalı olacak bir Arap-İran ortaklığıdır ancak.
Arap dünyasını şu an kendisini eşiğinde bulduğu karanlık çukurdan kurtaracak olan, mevcut politikalar ve ittifaklar üzerinde esaslı bir şekilde yeniden düşünmektir. İyi de böylesi bir görevi ifa etmeye hangi Arap lideri cesaret edecektir?
Kaynak: Agence Global
Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı