2012: Karşı devrim senesi mi olacak?

 

Time dergisine göre 2011, Protestocu Senesi oldu. İlk olarak Tunus'ta, sonra Mısır, Libya, Suriye, Yemen ve Bahreyn'de iktidardaki siyasi seçkinleri hedef alan isyan, sadece Orta Doğu'yla sınırlı kalmadı. İspanya, Yunanistan, İtalya, Fransa, İngiltere ve İsrail'de de protestolar oldu. Ve Amerika Birleşik Devletleri'nde Wall Street'i İşgal Et protestocuları, ilk olarak New York'ta, sonra Washington'da, Chicago'da ve ülke genelinde diğer şehirlerde gösteriler yapmaya başladılar.

2011'de statükoya karşı dünya çapında yapılan ayaklanmalar, 1848'de Avrupa'yı kasıp kavuran devrimlerle kıyaslandı. O zaman Paris, Milan, Viyana, Prag, Budapeşte ve Berlin'deki işçi sınıfı sosyalistler ve orta sınıf liberaller eski rejimleri alaşağı etmeye çalıştılar.

Ve gerçekten, 1848 Ülkeleri Baharı'yla pek de farklı olmayarak Arap Baharı ve New York'taki Zuccotti Parkı ve Tel Aviv'deki Rothschild Caddesi'nde devam ede protestolar, değişim ve özgürlükler ve eşitliğe dayalı yeni bir düzen tesis etme beklentisi oluşturdu.

Ama geriye bakmanın avantajı kullanılırsa 1848 devrimlerinin başarısız olduğu görülür. Eski sosyal ve siyasi düzen iktidarda kaldı. Bundan dolayı 2011 isyanlarının da 2012'de, eski düzen mensupları 1849'daki karşı devrimcilerde olduğu gibi statükoyu muhafaza etmek için mücadele etmeye başladıkları zaman geride bazı hayal kırıklıkları bırakması mümkün müdür?

Elbette tarih her zaman tekerrür etmez. Ama 1849'dan sonra Avrupa'da devrimci ivmenin ortadan kalkmasına yol açan bazı gerekçeler - muhalefet hareketlerin kendi içlerinde ve bunların arasında gerginlik, geniş halk desteğinin olmayışı ve iktidardaki seçkinlerin elindeki muazzam güç - 2012'de değişim baskısının hız kesmesi sonucunu da doğurabilir. Karşı devrim mi geliyor?

Orta Doğu'da, ordunun yeniden gücünü tesis etmesi ve yükselen İslamcı hareketle hassas ve şaibeli iktidar koalisyonları için bastırmasını bekleyin. Suudi Arabistan ve Türkiye'nin, ABD ve müttefiklerinin desteğiyle, İsrail'i koruyacak hassas bir bölgesel statükoyu yeniden tesis etme çabalarına liderlik etmesini bekleyin.

Batı'da, merkez siyasi partiler mali piyasalarda kontrolün sağlanması için baskı görecek ve aşırı derecede büyüyen refah devletinde reforma gitmek üzere küçük adımlar atacak. Washington, küresel çıkarlarının korunması için dünya çapında partnerlerini giderek daha çok hesaba katacak.

2011'de Tunus'ta (Zeynelabidin Bin Ali), Mısır'da (Hüsnü Mübarek), Libya'da (Muammar Kaddafi) ve Yemen'de (Ali Abdullah Salih) Arap milliyetçisi yöneticilerin devrilmesini 2012'de Suriye'de Esad rejiminin çökmesi takip edebilir. Ama 2011'de aşikar hale geldi ki, Arap muhalefetinin laik, liberal ve sosyal-demokrat üyeleri, iktidar için devrim sonrası mücadelede kazananlar olarak ortaya çıkmayacaklar.

Aslında, Mısır ve Tunus'ta yapılan seçimler, devrimin El Cezire ve CNN televizyonlarının Tahrir Meydanı'ndan yaptıkları yayımlarda meşhur olan genç, çok dil bilen ve internet ustası sözcülerinin, seçim desteği hususunda kuvvetli bir dayanaklarının olmadığını gösterdi. 

Bunun yerine, Arap-Sünni İslamcı siyasi partilerin sadece Mısır ve Tunus'ta değil, Libya, Yemen ve Suriye'de de iktidara gelmeleri bekleniyor. Şii-Arap İslamcı partiler ise Saddam Hüseyin sonrası Irak'la Lübnan'da zaten hakim rol oynuyor. Lübnan'da Sünni Araplar siyasi savunma yapıyorlar.

Mübarek, Kaddafi hatta Beşşar Esad gibi otoriter yöneticilere son verilmesi ve serbest seçimlerin yapılması, vatandaşlara ilk kez siyasi özgürlüğün tattırılması değişim yaygarası koparanlar için biraz ümit verebilir. Ama bireysel haklar, cinsiyet eşitliği ve dini özgürlükleri koruyacak anayasal garantilerin eksik olduğu ülkelerde iktidarın muhtemelen İslamcı partilerin eline geçmesi, kadınlar ve Mısır'da Kıpti Hristiyanlar, Suriye ve Irak'ta Keldani Hristiyanlar gibi dini azınlıklar için tehdit oluşturabilir. Bu da Libya, Yemen, Suriye ve Mısır'da etnik, mezhepçi, kabilelerden kaynaklanan rekabeti hızlandırabilir, 2012'de bu ülkelerde bir dizi iç savaşa yol açacak şartlar oluşturabilir.

Ayrıca, Lübnan, Suriye, Irak ya da Bahreyn'de (burada Sünni azınlık Şii çoğunluğa hükmediyor) Sünni ve Şiiler arasında mezhepçi gerginlik, Suudi Arabistan ve onun Körfez İşbirliği Konseyi'nde, Şii İran'ın artan gücü ve kendi ülkelerindeki Şii azınlıklar arasında ayrılıkçı hareketlerin büyüme potansiyeline dair giderek artan endişeden dolayı alevlenecek. Bu endişe Türkiye tarafından da paylaşılıyor.

Türkler, Suudiler gibi Irak’ın bölünmemesi (bu, Kürtlere Irak’tan kopmak için fırsat verebilir), Suriye ve Lübnan’ın iç savaşa sürüklenmemesini ve Mısır, Tunus ve L,ibya’da iktidarın barışçı bir şekilde el değiştirmesinin sağlanmasını, Ürdün ve Fas’ta statükonun muhafazasını, İsrail-Filistin meselesinin halline yönelik adımlar atılmasını istiyorlar.

Bu bağlamda, Türkiye’yle Suudi Arabistan’ın, Mısırlıların çoğunluğunun arka çıkması ve ABD ve Avrupa’nın desteğiyle devrimci değişimi kontrole çalışmasının yolu, Mısır’da ordu ve Müslüman Kardeşler’le irtibatlı siyasi kuvvetler arasında ülkede hukuk ve düzenin tesisi ve iktisadi iyileşmenin yolunun açılmasını amaçlayan iş birliği mekanizmaları oluşturulmasına yardım etmektir.

Bu yüzden, Suudi Arabistan ve Türkiye, 2012’de Orta Doğu’da önde giden iki karşı devrim oyuncusu olarak ortaya çıkacak. Bunlar, ABD’nin çıkarlarına da uyduğu görülen bölgesel politikalar takip edecekler. Aslında, Amerikan askeri gücünün zayıfladığı ve iktisadi dayanaklarının aşındığı bir zamanda Washington, Orta Doğu’da Türkler ve Suudiler gibi bölgesel güçleri ya da Doğu Asya’daki partnerlerini (Japonya, Kore, Avustralya), ABD’nin küresel güvenlik ajandasının geliştirilmesinde daha aktif rol oynamaya teşvik edecektir.

Bu strateji, 2012’de etkili olabilir ama bu oyuncular, ABD çıkarlarına aykırı politikalara sarılmaları halinde önümüzdeki yıllarda ciddi meydan okumalarla karşı karşıya kalabilir.

Irak’tan askerlerini çekmiş olsa da ABD, 2012’de son çare olarak küresel dengeleyici rolünü oynamayı sürdürecektir. Özellikle de İran’la diplomatik ve askeri bir ihtilafa sürüklenirse. Bu durum muhtemelen tam kapsamlı bir savaşa yol açmayacak ama Başkan Barack Obama’nın 2012 başkanlık seçim kampanyası sırasında Tahran’la tehlikeli bir şekilde meşgul olmasına yol açabilecektir.

Batılı senaryo

Washington’da uygulanacak mali ve parasal politikalar, kasım ayında Cumhuriyetçilerin başkanlık zaferi sonrasında Sayın Obama’nın Beyaz Saray’dan ayrılması ya da yeniden seçilmesi ile pek bir şey değişmeyecek. (Ve aynı şey Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin seçimi kaybedip kaybetmeyecek olmasıyla Fransa’da da geçerli).

Seçmenler ve kamu çalışanlarını temsil eden işçi sendikalarından gelen baskılar hükümet destekli büyük emeklilik ve sağlık sigortası programlarını eleştirmeyi zorlaştıracakken mali sanayi ve her iki partinin seçim kampanyalarını finanse eden Amerika Şirketi’nin çıkarları yasama ve siyaset yapma sürecine önceden hükmetmeye devam edecek. 

Yıkıcı ekonomik felaketin haricinde, Batı ve Orta Avrupa’nın büyük bölümünde hüküm süren siyasi-ekonomik düzenin çökeceğine inanmak için sebep yoktur. 

Aslında soldaki Wall Street’i İşgal Et protestocuları da sağdaki Çay Partisi hareketi mensupları ya da bunların Avrupa’daki siyasi benzerleri de mevcut siyasi ve iktisadi statükoda büyük yapısal değişiklik getirilmesine yardımcı olacak bir dizi yeni fikirle ortaya çıkmadılar.

Aksine, ekonomik güvensizlik ve siyasi belirsizlik zamanında Batı’da ya da Orta Doğu’daki kızgın seçmenler milliyetçilik, etnisite ve dinin patlayıcı unsurlarını birleştiren kimlik siyasetine yönelirler.

Bundan dolayı, 1848 ümit baharının en önemli mirası Avrupa’da Alman, İtalyan ve diğer formlarda milliyetçiliğin yükselmesiyse, 2011 isyanları da 2012’de Orta Doğu hatta Avrupa’da benzer baskıları alevlendirebilir.

Kaynak: Singapore Business Times

Dünya Bülteni için çeviren: Emin Arvas