12 Eylül ve Ergenekon

Eylül belalı bir ay. Dünyayı yıkıma sürükleyen 11 Eylül saldırısı da, ekonomik felakete götüren kriz bu ay içinde oldu, Türkiye'yi kaosa sürükleyen 12 Eylül darbesi de.

"Şartların oluşmasını bekleyen" darbeci generaller, bir gece ansızın geliverdiler.

O gelişleriyle birlikte Türkiye bugün içinde boğuştuğu hukuk batağına savruldu.

O gelişleriyle işkencehaneler, idam sehpaları kuruldu, hukuk dışı infazlar başladı.

Memleket üç-beş generalin eline kalıverdi.

Önce insanları, sonra hukuku katlettiler.

29 yıldır orasından burasından tamir edilip ayakta tutulmaya çalışılan bir darbe hukuku sistemi ile yaşıyoruz.

En başta da anayasa.

Darbe günü birçok insan "Kurtulduk" diye sevinmişti ama bunun Ergenekon tipi bir örgütlenmiş, çalışmış bir yapının ürünü olduğunu elbette bilmiyordu.

Kahramanmaraş ve Çorum katliamlarının, kanlı 1 Mayıs'ın üniversitelerin bombalanmasının, her gün onlarca gencin öldürülmesinin, evlerinde uyurken telle boğulup öldürülmesinin Türkiye'yi ağır ağır darbeye götüren adımlar olduğunu bilemezdi.

O katillerden çoğunu sonra alıp devlet hizmetinde görevlendirdikleri ortaya çıkınca da uyanmadı ne yazık ki insanlar.

Ergenekon sürecine bir kısım medyanın ısrarla davayı çürütme çabasının ardında belki de bu işin su yüzüne çıkmasından duyulan rahatsızlık vardı ve hala var.

Eğer Ergenekon dava süreci başlamasaydı, Hrant Dink tipi cinayetler, Malatya tipi katliamlar, Danıştay benzeri baskınlar sürecekti.

Darbeciler, büyüklerinin izinden gidiyordu.

Önce halkın güven duygusunu zedele, iktidara Batılı ülkelerin kuşkulu bakmasını sağla, kışladaki askeri darbeye hazırla.

Tek amaç iktidarı devirmek ve ipleri ele almak olunca bir gazetecinin de, laik bir yargıcın da hayatının ne önemi olabilirdi ki.

O yüzden bugünkü kuşaklar şanslı.

Darbeciler ve işbirlikçileri silahları, planlarıyla suçüstü yakalandı.

Bakın ne Ermenistan'la açılım sürecini baltalamak amacıyla halkı sokaklara dökmeye çalışan, ne ikide birde gazetecileri yazarları dava edip gündem oluşturmaya çalışan var.

Çünkü hepsi içeride.

İçeriden dışarıyı karıştıramıyorlar, dışarıda olanlar raporlu olduğu için pek ortaya çıkamıyor.

İyi ki de öyle.

Türkiye sorunlarını, sıkıntılarını tartışarak, konuşarak aşmaya çalışıyor.

İsteyen muhalefetini yapıyor, isteyen desteğini veriyor.

Demokrasi güçlenerek yoluna devam ediyor ve artık bir sabah tank sesiyle uyanma tehlikesi kalmadı.

Şimdi iş darbenin anayasası ve hukukundan kurtulmak.

 

Kusura bakmak

 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kadir Topbaş sel felaketinin ardından "Kimse kusura bakmasın can yanacak" dedi.

Çok geç, çünkü can yandı.

İnsanlar İstanbul'un göbeğinde boğuldu.

Evet beklenmeyen ölçüde bir yağmur yağdı, insan doğa karşısında çaresiz kaldı.

Ama Japonya'da şiddetli bir depremde olmayan ölçüde can kaybı olması Türkiye'ye de, İstanbul'a da yakışmadı.

Kusara bakılır kaygısıyla beklendiği için olduğu anlaşılıyor.

Bir kenti yönetenlerin kusura bakılma kaygısı, sel felaketine açık olduğu ispatlanmış bir bölgede bugüne kadar önlem alınmamasına yol açtı.

Bedeli de gariban insanlar canıyla ödedi.

Eminiz onlar belediyenin kusuruna bakıyordur, hem de çok.

 

Bekir Coşkun yanlış yaptı

 

Emin Çölaşan gittiği gün gitseydi, büyürdü.

İlk transfer teklifinde gitse kimsenin söyleyecek sözü olmazdı.

Ancak gazetesine ağır bir vergi cezası geldiği gün gitmesi yakışık almadı.

Gemiyi ilk terk eden durumuna düştü.

Üstelik patronu her koşulda ona sahip çıkmış, arkasında durmuştu.

O yüzden yanlış bir zamanlama yaptı ve adına gölge düşürdü.

Aldığı transfer ücretini diline dolayanlar yanlış yapıyor. Siz de başarılı olun, size de aynı parayı versinler.

Ne demişler, nazar etme ne olur, çalış senin de olur.

Kaynak: Star