11 Eylül sürecinin yıldönümü Ve ABD'nin macera arayışı

Amerika Birleşik Devletleri (ABD), bilişim çağında, tek kutuplu dünya sistemini fonksiyonel ve sürdürülebilir kılabilmek için "akla ve hayale" gelmeyecek derecede "çeşitli projeleri" devreye girdirmeye kararlı görünüyor. 11 Eylül 2001 tarihinde, New York'taki meşhur "ikiz kulelere yapılan ya da yaptırılan saldırı" bu sinsi projelerden biri konumundadır. 11 Eylül süreciyle birlikte, ABD'nin eline "El Kaide ve küresel terör" denen iki silah geçmiş bulunuyor. ABD, postmodern küresel sistemi istediği gibi dizayn edebilmek ve muhtemel rakiplerinin palazlanmalarına fırsat vermemek için, söz konusu bu iki silahı farklı biçimlerde kullanmayı sürdüreceğinin işaretlerini sıklıkla vermeye çalışıyor. Hatta, 11 Eylül sürecini başlatan ABD'deki Neo-Con takımı, 2008 yılında yapılacak olan Başkanlık seçimleri öncesinde, Cumhuriyetçilerin ya da Bush'un Cumhuriyetçi Parti'sinin içinde bulunduğu geriye gidişi aksi yöne çevirebilmek adına yeni projeleri devreye girdirmeye başladılar bile...

 

Usame Bin Ladin'in son kaseti ve bu kasetle bağlantılı olarak Başkan Bush'un "şaşırtıcı imaları" dikkate alındığında, yakın bir gelecekte çok daha korkunç ve kapsamlı küresel provokasyonların devreye girdirilmesi muhtemeldir denebilir. Bu bağlamda, şu tarz proje ya da oyunların devreye girdirilmesi ihtimal dâhilindedir:

1. Irak ve Afganistan'daki koalisyon güçlerinin bulunduğu karargâhlardan birisi tamamen imha edilebilir. Böylece, El Kaide örgütü ve onun uzantılarının var olduğu iddia edilen İslâm ülkelerinde ciddi operasyonların yapılmasına kapı aralanmış olacaktır. Öyle ki, küresel terör tehdidi ve El Kaide bağlantısı iddialarıyla neredeyse bütün İslam ülkelerindeki "İslâmi cemaat ve cemiyetler" töhmet altında tutulabilir. Bu baskılardan usanacak olan halklar ile ülke yönetimleri karşı karşıya getirilerek, söz konusu ülkelerin istila ve parçalanma süreçleri karşısında halkların göstereceği mukavemet tamamen ortadan kaldırılmış olacaktır. Aslında, kimi İslam ülkelerinde "laiklik ve rejim bekçiliği" gerekçesiyle Müslüman halk ile Devlet erkinin karşı karşıya getirilmesi bu yöndeki uygulamaların yumuşatılmış bir örneği olarak verilebilir. Şimdi ise, süreç daha sert, acımasız ve sonuç alıcı bir biçimde işletilebilir. Açıkçası, bazı laikçi İslam ülkelerinde yıllarca uygulanmış olan bu "yumuşak kutuplaştırma" projesi, ne yazık ki, daha sert versiyonuyla bütün İslâm ülkelerine model olarak uygulanabilir. Mesela, Türkiye'nin diğer İslâm ülkelerine model olarak sunulmaya çalışılmasına bir de bu pencereden bakmakta büyük faydalar sağlanabilir. O nedenle, aslında Türkiye'deki aydınlar, akademisyenler, mütefekkirler, düşünce kuruluşları ve siyasilerin şimdilerde üzerinde yoğunlaşmaları gereken "temel endişe kaynağı" budur.

2. Türkiye veya Pakistan ya da diğer İslam ülkelerindeki ABD üslerinden birinin tamamen ortadan kaldırılmasına neden olabilecek bir terör saldırısı tezgâhlanabilir. Bu tarz bir saldırının Türkiye veya Pakistan ya da her ikisindeki ABD üslerine karşı düzenlenme ihtimali daha yüksektir. Zira bu sayede, hem bu iki güçlü İslam ülkesinin hizaya getirilmesine ve hem de bu ülkelerin, ABD öncülüğündeki "işgalci" koalisyon güçleriyle birlikte hareket etmelerine zemin hazırlanmış olacaktır. Bilindiği üzere, ABD'nin Afganistan'ı işgali sürecine doğrudan katılma yerine dolaylı destekte bulunan Pakistan, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) bağlamındaki bölgesel işgal hareketinin doğrudan üstlenicisi konumuna itilmek için, hâlâ daha ABD tarafından kafakola alınmaya çalışılmaktadır. Pakistan Devlet Başkanı Pervez Müşerref'i köşeye sıkıştırmak üzere yapılan provokasyonların perde arkasında hep bu amaç yatmaktadır. Benzer bir durum Türkiye için de geçerlidir. En son, ABD'deki Yahudi Lobilerinin Türkiye'yi "sözde Ermeni soykırımı" iddiaları karşısında köşeye sıkıştırmaya çalışmalarının en önemli hedeflerinden birisi de bu husustur. Hatırlanacağı üzere, Irak'ın işgali sürecine doğrudan katkıda bulunması istenen Türkiye, 1 Mart 2003 tarihide ikinci tezkere TBMM tarafından reddedildiği için, BOP bağlamında gerçekleştirilmeye çalışılan bölgesel işgal hareketine dolaylı olarak katılmak zorunda kalmıştır. Hatta, Türkiye'nin perde arkasından yaptığı büyük fedakârlıklar hiçe sayılarak, ABD'nin Irak'ta yaşamakta olduğu başarısızlıklar Türkiye'ye fatura edilmeye çalışılmaktadır. İşte, Afganistan ve Irak'ta bataklığa saplanmış bulunan ABD-İsrail-Avrupa Birliği (AB) mihveri, BOP'u gerçekleştirebilmek ve İsrail'in bölgesel hesaplarına hayatiyet kazandırabilmek için Pakistan ile Türkiye'yi doğrudan bu sürecin içerisine çekmek üzere çeşitli provokasyonlara yeşil ışık yakabilirler.

3. Türkiye, İran ve Pakistan başta olmak üzere, çok sayıda İslâm ülkesindeki Batılı Büyükelçilik ve Konsolosluklara eşzamanlı olarak saldırılar düzenlettirilebilir. Gerçekten, devletlerarası ilişkilerin temel dinamiği ve iletişim ağı konumundaki misyon noktalarına yapılacak olan eşzamanlı ve yaygın saldırılardan yola çıkılarak; Batı ile Doğu ya da Hıristiyanlık ile İslâm veya "Medeniyet" ile "Bedeviyet" arasında mutlak bir hesaplaşma sürecinin başlatılmasına haklı bir gerekçe üretilmiş olunacaktır. Bu tarz bir komplo harekâtı, olayların yaşanacağı ülkeleri de "işgalci" koalisyon güçlerinin projelerine "mecburen" hizmet eder noktaya sürükleyecektir. Aksi takdirde, bu ülkelerin de Irak ve Afganistan'ın kaderini paylaşmalarına kapı aralanmış olacaktır. Mesela, Libya Lideri Kaddafi'yi ABD-İsrail-AB mihverine hizmet eder noktaya sürükleyen gelişmeler bu bağlamda değerlendirilebilir.

4. NATO'yu birebir ilgilendiren noktalara yönelik "infial uyandıracak boyutlarda" terör saldırıları tezgâhlattırılarak, bütün Batılıların katılımıyla, "Postmodern Haçlı Seferleri"ne zemin hazırlanabilir. Hakikaten Afganistan ve Irak işgallerinin orta vadede başarısızlıkla sonuçlanacağı işaretlerinin alınmasından hareketle; bütün ABD müttefiklerinin "ortak ve topyekûn" saldırıya geçmeleri sağlanamadığı sürece, ne BOP, ne İsrail'in hayalleri ve ne de ABD'nin hesapları tutturulamayacak gibi bir anlayış bütün Batılı strateji merkezlerinde hâkim olmaya başlamıştır. O nedenle, 11 Eylül sürecinin başladığı sıralarda ABD Başkanı Bush'un dillendirdiği "Yeni Haçlı Seferleri" fikri, bu defa daha keskin bir şekilde uygulamaya koyulmaya çalışılabilir. O halde, Genişletilmiş Ortadoğu Coğrafyası'ndaki bütün devletlerin olabildiğince dikkatli ve duyarlı davranmaları gerekmektedir.

5. Türkiye, Pakistan ve İran ile El Kaide tarzı yapılanma içerisine girmiş olan İslâmi grupları karşı karşıya getirecek tarzda bir "eşzamanlı terör" şoku organize edilebilir. 11 Eylül süreciyle birlikte, ABD'nin gerçekleştirdiği Afganistan ve Irak işgali göstermiştir ki; en gelişmiş silahlara ve eğitimli ordulara rağmen, kısa dönemli başarılar es geçilecek olursa, El Kaide tarzı İslami örgütler karşısında başarılı olmak pek mümkün değildir. Çünkü, ABD-İsrail-AB mihveri tarafından üretilen "sahte İslami örgütler" bile, zamanla tamamen kontrolden çıkarak, dünyanın dört bucağından gelen "gönüllü" Mücahitler tarafından tamamen dönüştürülerek "yenilmez" bir güç haline getirilmektedirler. "Gönüllü Mücahitlik" kurumunun gücü, çekiciliği ve etkisi karşısında şaşkına dönmüş bulunan üçlü mihver, bu defa bu İslâmi örgütler ile Türkiye, İran ve Pakistan gibi nispeten güçlü İslam ülkelerini karşı karşıya getirmek istemektedirler. Aslında, İslâm ülkeleri dikkatli davranmazlar ise, ABD-İsrail-AB mihverinin yönlendirmelerine açık olan bu örgütler vasıtasıyla karşılaşacakları terör saldırıları karşısında, kendilerini doğrudan bir "gerilla ve yıpratma savaşı" içerisinde bulabilirler.

6. "İkinci İsrail" konumundaki "Kürt Devleti" projesine hayatiyet kazandırabilmek ve dolaylı olarak Irak'ın kontrolünü İsrail'in eline vermek üzere, Kürt unsurların yoğun olarak yaşadığı İran, Türkiye, Suriye ve Irak'taki dikkat çekici yerlere yönelik "planlı ve eşzamanlı" terör saldırıları düzenlettirilebilir. Böyle bir durumda, rahatlıkla herkes ve herkesim töhmet ve zan altında olacağından dolayı, "İkinci İsrail" konumundaki Kürt Devleti'nin kurulmasına karşı kimselerin gereken reaksiyonu göstermesine imkân kalmayacaktır. Ayrıca, gerçekleştirilecek olan muhtemel terör hadiselerinin büyüklüğüne dayalı olarak, Genişletilmiş Ortadoğu Coğrafyası (GOC)'ndaki diğer operasyonlara da yol açılmış olacaktır. Böylece, İsrail'in "vaat edilmiş topraklar" saplantısına "Kürt kartı" üzerinden ulaşabilmesi için, bu dört ülkedeki Kürtleri içerisine alan Büyük Kürdistan Devleti hayaliyle, Kürtleri ciddi bir ateşin içerisine atma hesabı uygulamaya koyulabilir.

7. İsrail'in imhasını hedeflediği "îmâsına uygun" olarak, İsrail'deki dikkat çekici mekânlara yönelik büyük çaplı ve eşzamanlı terör hadiselerine yeşil ışık yakılabilir. Bu sayede, "mağdur rolüne büründürülecek" olan İsrail'in çevresindeki ateş çemberi ortadan kaldırılmış olacaktır. Bu gibi bir gelişmeye karşılık girişilecek olan kapsamlı operasyonlar sayesinde, ABD'de 2008 yılında yapılacak olan Başkanlık seçimlerinde Cumhuriyetçilerin ve dolayısıyla Neo-Conların şansı da önemli ölçüde arttırılmış olacaktır.

 

Sonuç olarak; ABD'deki hayalperest, emperyalist, şaşkın, dünyanın yeni gerçeklerine uzak ve İslâm dünyasının potansiyelinden habersiz Neo-Con zümrenin dizginlenemez noktaya varmış olan ihtiras, kin ve düşmanlıklarına karşı bütün İslâm ülkeleri çok dikkatli olmak zorundadırlar. Açıkçası, belki de bu hususta, İslâm ülkelerinden daha çok İsrail ve dünya Yahudileri dikkatli davranmak mecburiyetindedirler. Zira binlerce yıllık "Yahudi tarihi" göstermektedir ki; Yahudilerin eliyle ya da onların dolaylı desteğiyle gerçekleşen kapsamlı zulümlerin her birinin sonunda en çok zararlı çıkan yine Yahudiler olmuşlardır. Dolayısıyla, bana öyle geliyor ki; İsrail'in bölgesel hâkimiyetini esas alan Büyük Ortadoğu Projesi'ni gerçekleştirmek amacıyla, ABD eliyle "Ortadoğu coğrafyasında" yaygınlaştırılmaya çalışılan zulüm ve işgal politikasının belli bir aşamasında, belki de İsrail Devleti'nin tamamen ortadan kaldırılması bile söz konusu olabilir. O nedenle, iyice gerilmeye ve karmaşıklaştırılmaya çalışılan 11 Eylül sürecine bir son deme ve muhtemel provokasyonlara karşı direnç gösterme hususunda, "en az İslâm ülkeleri kadar" İsrail'e de büyük görev ve sorumluluklar düşmektedir. Artık İsrail Devleti ve Dünya Yahudileri de, var olanla yetinme ve ihtiraslarını gemlemeyi denemek zorundadırlar. Kuşkusuz tercih ve karar onlara aittir; ben, sadece içime doğanı "öngörü" olarak sunmakla yetinirim.

 

Benzer bir durum ABD için de geçerlidir aslında. Gerçekten, bilişim çağının kendini göstermeye başladığı ve Brettonwoods sisteminin çöktüğü 1970'li yıllarla birlikte gerileme dönemine giren Pax Americana, eğer hata yapılmaya devam edilirse, Büyük Ortadoğu Projesi ısrarıyla birlikte resmen dağılma sürecine girebilir. O halde, demek oluyor ki, Neo-Conların yeni macera, şantaj ve provokasyonlarına karşı "ABD'li aklıselim sahipleri" de gereken tepkiyi ortaya koymak zorundadırlar. Dolayısıyla, 21.yüzyılın kanla, gözyaşıyla, neoemperyalizmle, insanlık dışı uygulamalarla ve toptan yok oluşlarla anılmaması için hemen herkese büyük sorumluluklar düşmektedir. Bu anlamda, özellikle 2008 yılına çok çok dikkat edilmelidir derim. Vesselam.   

 

 

 

 

Dr. Sıddık Arslan (drsiddikarslan@hotmail.com)

AB-Uluslararası İlişkiler Uzmanı Ve Siyaset Bilimi Doktoru