1 Mayıs’ı Taksim meydanında yeniden kutlama hakkının elde edilmesi, Türkiye’nin normalleşme yolculuğunun en heyecan verici aşamalarından biri. Devletin ve hükümetin, 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanmasından korkmadıklarını, bu durumu rejim için, ülke için bir tehlike olarak algılamaklarını açıkça ortaya koymuş olmaları, küçümsenemeyecek bir gelişme.
Tabii hükümetin tutumuyla ilgili çeşitli açılardan analizler yapmak mümkün...
Ne olursa olsun, şu noktayı göz ardı etmemekte fayda var: Türkiye normal yaşamlar yaşanan bir ülke değil. Bizim kuşağın tanığı olduğu bütün kritik dönemleri acılar, sıkıntılar çekerek atlattık. 1 Mayıs’ın artık ülkemizin en önemli meydanında kutlanabilmesi (yani 33 yıl öncesindeki duruma geri dönülebilmesi) için bile nelere katlanmak zorunda kalmış olduğumuz ortada.
***
1977 1 Mayıs’ında gerçekleşen bir tertipin sonucunda 34 insanımız yaşamını yitirmişti.
Türkiye, ‘kanlı 1 Mayıs’ sendromundan bir türlü kurtulamadı. Hala o büyük tertibin arkasında
kimlerin ve nelerin olduğunu çözebilmiş, öğrenebilmiş değiliz. O günden bu yana, Taksim’de 1 Mayıs kutlamaları yapılmıyor.
Yalnız 1 Mayıs katliamının tertipçilerini değil, Kahramanmaraş, Çorum, Sivas katliamlarının arkasındaki tertipçileri de bulabilmiş, yargı önüne çıkarabilmiş değiliz. Yüzlerce faili meçhulun katillerini, azmettiricilerini yargılama noktasında bir başarı gösterebilmiş değiliz.
Bu olayların devlet içindeki güçlerle bağlantılı olduğundan şüphemiz yok. Zaten öyle olmasaydı, şimdiye kadar büyük ölçüde aydınlanmış olurlardı. Devletin gizli arşivlerine girmek, kozmik odaları incelemek hala mümkün değil. Daha birkaç ay önce
bu ülkenin bir hakimi Seferberlik Tetkik Kurulu’nun ‘ne iş yaptığı’ndan her zaman şüphe duyduğumuz ‘kozmik odası’na girip dosyaları incelemeye kalkıştığında yer yerinden oynadı: ‘Ora’ya komutanlar bile giremezmiş.
Demokratik bir ülkede devlet içinden cinayet örgütlenmesi yapılamaz, yapmaya kalkanlar
olursa da hesabını verirler. Biz, devlet içinde cinayet örgütlenmesi yapılmasının son derece rutin bir olay olduğu dönemler gördük.
Bu ülkede, ‘hesap vermeyenler’, ‘hesap sorarlar’. Yakın tarihin bir parçasını oluşturan ‘Gazi Katliamı’nı hatırlayalım... 13 kişiyi resmi silahlardan çıkan kurşunlar öldürmüştü. Trabzonlara taşınan mahkemenin peşine düşen ailelerin çekmediği eziyet kalmadı. Kurşun sıkanlardan kimse hesap soramadı.
1 Mayıs 1977 katliamının hesabını soramadık. Katillerin devlet içindeki kollarını ortaya çıkaramadık...
Meydanın 1 Mayıs kutlamalarına açılması gibi ‘doğal olması gereken’ bir karar, Türkiye gibi normal olmayı başaramayan bir ülkede heyecan yaratabiliyor. Bununla bile mutlu olunabilen bir ülkede yaşıyoruz.
1 Mayıs’ın daha dramatik bir tarafı da var:
Bundan 33 yıl önce o meydanda toplananların büyük çoğunluğu sendikalı işçilerdi. Şimdi, özel sektördeki sendikalı işçi sayısı 33 yıl öncesinden daha gerilere düşmüş gibi görünüyor. Türkiye’de sanayi gelişiyor, işyerlerinin sayısı artıyor, ancak sendikalı işçi sayısı artmıyor, işçi hareketinin ciddi ve etkili bir gücü bulunmuyor. Biz gazeteciler bile örgütsüz, sendikasız durumdayız.
***
Türkiye’deki sol hareket bütünüyle bir bunalım ve gerileme içinde.
İşçi sınıfıyla ciddi bir bağı kalmamış olan sol hareket, son derece derin bir bunalım yaşıyor. Solun önemli bir bölümü, 1960’ların, 1970’lerin dünyasında yaşıyormuş gibi hareket ediyor. (Hareket ettiği de şüpheli ya...) Dünyadaki büyük değişikliği okumakta, anlamakta çok büyük zorluklar çekiyor, hatta belki anlamaya çalışmıyor bile.
Sosyal demokrat hareketin durumu da üzüntü verici. CHP, ‘değişimle mücadele derneği’ gibi hareket ediyor. Onun dışında da çok etkin/öne çıkan bir hareketten söz etmek kolay değil.
Sol, bir iktidar alternatifi üretebilmek şöyle dursun, eleştirel düşünce üretebilme, alternatif yaşam tarzı üretebilme, entelektüel çekim merkezi yaratabilme vb. açılardan bile artık çok ciddi bir varlık gösteremiyor. Tabii, bu tablo, işçi sınıfı açısından da son derece büyük bir sevimsizlik ve umutsuzluk anlamına geliyor.
***
Bugün 1 Mayısı Taksim meydanında kutlayabiliyor olmamızın arka planında elbette ki Türkiye’de esen değişim rüzgarlarının büyük birikimi var.
Solun bilançosu ne olursa olsun, Türkiye’nin ciddi bir değişim arayışı içinde olduğu açık. Değişimin en büyük eksiği sol hareket, işçi hareketi...
1 Mayıs 2010 bu açıdan da bir başlangıç olabilir.
1 Mayıs işçi ve emekçi bayramınız kutlu olsun..
Kaynak: Radikal